Orduuu

TÜRKLERDE ORDU

GİRİŞ

Türkler, güçlü ve disiplinli ordulara sahip olmaları nedeniyle tarihte güçlü devletler kurmuşlardır. Bozkırların zor hayat şartları, Türkleri dayanıklı ve mücadeleci bir millet haline getirmiştir. Göçebe hayat hareketli ve güçlü olmayı gerektiriyordu. Bu nedenle onların hayatı bir çeşit savaş eğitimi gibiydi. İslamiyet’ten önce ve sonra kurulan Türk devletlerinde her Türk savaşa hazır durumda olduğundan Türkler için “ordu-millet” deyimi kullanılmıştır. Bu yüzden çocuklarına en çok sevdikleri insan olan Hz. Muhammed’e atfen “Mehmet” ismini koymuşlar, askerlerini de “Mehmetçik” adıyla anmışlardır.


İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRKLERDE ORDU

İlk Türk devletlerinde ordu ücretli değildi. Her Türk asker sayılırdı. Ordunun temeli süvarilere dayanırdı. Siyasi teşkilatta görev yapan boy beyi, han, şad, tigin gibi her yönetici savaşa hazır bir komutandı.


İlk düzenli Türk ordusu Büyük Hun Devleti hükümdarı Mete tarafından kuruldu. Bu sebeple Mete’nin tahta çıkış tarihi olan M.Ö. 209 yılı, bugün Türk Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir.


İlk Türk devletlerinde ordu, onlu düzene göre teşkilatlandırılmıştı. Buna göre ordu onlu, yüzlü, binli, on binli birlikler halinde düzenlenirdi. En küçük birlik on, en büyük birlik on bin kişilikti. On bin kişilik birimlere tümen denirdi. Askeri birimlerin başında onbaşı, yüzbaşı, binbaşı rütbelerini taşıyan komutanlar bulunuyordu. Ordunun tümü yirmi dört tümenden meydana gelirdi. Bu ordu düzeni, göç eden Türkler aracılığı ile Avrupa’ya geçti. Türk ordu teşkilatı ve donanımı Romalılardan Ruslara, Moğollardan Çinlilere kadar pek çok millet tarafından taklit edildi. Orduda bugünkü flama ve sancak yerine tuğlar kullanılırdı.

Türk ordusunun temelinde disiplin yatmaktaydı. Çocuklara küçük yaştan itibaren ata binme ve ok atma eğitimi verilirdi. At, Türklerin günlük yaşantısında olduğu kadar, askerlikte de vazgeçilmez bir unsurdu. Türklerin uyguladığı askeri taktikler hareketli bir orduyu gerektiriyordu. Bu sebeple Türkler insan, at ve silah öğlerini uyumlu ve etkili bir şekilde kullanarak büyük askeri başarılar kazandılar. İlk Türk devletlerinin ordularının atlı birliklerden meydana gelmesinden dolayı genellikle hafif silahlar kullanılırdı. Başta ok ve yay olmak üzere kılıç, kalkan, kargı, mızrak, süngü ve hançer başlıca savaş araçlarıydı. Türklerin keskin kılıçları ve ıslık çalan okları meşhurdu. Türk savaş birlikleri, at üzerinde giderken bile çok iyi ok atabilen süvarilerden oluşurdu.


Düşmanın ve arazinin şartlarına göre savaş sırasında taktik değiştirme ve hızlı hareket etme Türk ordusunun en önemli özelliğiydi. 


Bir bölgeyi ele geçirmek isteyen Türkler, önce keşif seferleri, adından da yapratma savaşları yaparlardı. Düşmanı şaşkınlığa uğratan ani baskınlar Türklerin sık başvurduğu bir yoldu. Türklerin uyguladıkları en önemli savaş tarzı, Hilal taktiği ve Kurtkapanı gibi isimler de verilen Turan taktiğiydi. Savaş sırasında süvari birlikleri saldırdıktan sonra, kaçıyormuş gibi yaparak düşmanı üzerine çekerlerdi. Giderek yarım ay şeklini alan atlı kuvvetler düşmanı üzerine çekerlerdi. Giderek yarıma ay şeklini alan atlı kuvvetler düşmanı çember içine alarak yok ederlerdi. Türkler bu savaş taktiğini, 1071 Malazgirt, 1396 Niğbolu, 1526 Mohaç gibi savaşlarda başarıyla uygulamışlardır.

OSMANLILARA KADAR MÜSLÜMAN TÜRKLERDE ORDU


Selçuklulardan Önce Türk-İslam Devletlerinde Ordu


Türklerde ordu, devletin en temel teşkilatlarından biri olmuş, önemi, İslamiyet’i kabul ettikten sonra da devam etmiştir. Türklerin güçlü askeri kabiliyetlerinden yararlanmak isteyen Abbasiler ve Samanoğulları, ordularında Türk komutan ve askerlere yer vermişlerdir.


İlk Türk İslam devletlerinde ordunun ortak özelliği; disiplin, teşkilat, eğitim ve silah yönünden mükemmel olmasıdır. Türkler, yerleşik hayata geçip çeşitli mesleklerle uğraşmalarına rağmen eski Türk ordu-millet bilincini her zaman korumuşlardır.


Karahanlılarda ordunun çekirdiğini Karluk ve Çiği Türkleri oluşturmaktaydı. Karahanlı ordusu, saray muhafızları, doğrudan hükümdara bağlı hassa ordusu ve şehzadelerin ve valilerin yönetimindeki eyalet askerlerinden meydana geliyordu.


Gazneli ordusu zamanın en güçlü ve teşkilatlı ordularındandı. Gazne ordusunun çoğunluğunu atlı birlikler oluşturuyordu. Ayrıca düşman kuvvetlerinin dağıtılmasında ve ağır yüklerin taşınmasında fillerden de yararlanılırdı. Ordu, gulam askerleri, eyalet askerleri, ücretli askerler ve gönülülerden meydana gelirdi. Gulam askerleri gulam sistemi adı verilen bir usulle yetiştirilirdi. Bu uygulama Büyük Selçuklular, Eyyubiler, Memluklar ve Osmanlılar dahil birçok Türk-İslam devletinde de uygulandı. Savaş esirleri arasından seçilenler ile toplanan küçük yaştaki çocukların yeteneklerine göre yetiştirildiği merkezlere gulamhane denirdi. En önemli gulam yetiştirme merkezi saraydı. Burada askeri konuların yanında yönetim ve protokol kuralları ile ilgili eğitim de verilirdi. Sultanın özel muhafız ordusu olan saray gulamları ile hükümdarla birlikte gulamlar arasından seçilerek oluşturulurdu. Eyalet askerleri iktalarda yetişmiş atlı askerlerle şehzade ve meliklerin kuvvetlerinden oluşurdu. Ücretli askerler Oğuz, Karluk ve Yağma Türklerinden seçilirdi.


Büyük Selçuklularda Ordu


Büyük Selçuklular askeri alanda ileri bir seviyeye ulaşmıştı. Bu sebeple Büyük Selçukluların ordu teşkilatı kendisinden sonra gelen Türk devletlerince de örnek alınmıştır.


Büyük Selçuklu ordusu Dandanakan Savaşı’na kadar tamamen göçebe Oğuzlara dayanıyordu. Bu savaştan sonra yerleşik Türk-İslam topluluklarıyla karşılaşan Tuğrul Bey, yeni şartlara uygun düzenlemelere girişti. Öncelikle Gaznelilerin hassa ordusuna benzeyen özel birlikler meydana getirdi. Türklerin yanında yerli unsurları da askeri teşkilat içine aldı. Çünkü fetihler için kalabalık orduya ihtiyaç duyuluyordu. Bu dönemde Büyük Selçuklu ordusu, çağının en büyük askeri gücü durumuna geldi.


Merkez Ordusu


Merkez ordusunu gulamlar ve hassa ordusu oluştururdu. Gulam ordusu, maaşlı, sultana candan bağlı, eğitilmiş ve her an savaşa hazır askerlerden meydana gelirdi. Gulam sistemi Osmanlılarda kapıkulu sistemi adını almıştır.


Hassa ordusu, çeşitli Türk boylarından seçilerek oluşturulan atlı birliklerdir. Sultana bağlı olan bu orduya maaş yerine iktalardan elde edilen vergi gelirleri verilirdi. Melikşah zamanında sayıları kırk altı bine ulaştı. Bununla birlikte vezilerin ve ordu komutanlarının da hassa askerleri bulunmaktaydı. Bu sistemde, askerlerin en alt kademeden komutanlığa kadar çıkabilme hakları vardı.


Eyalet Ordusu

Eyalet ordusu, ikta sistemine dayalı olarak kurulmuştur. Tuğrul Bey zamanından itibaren uygulanmaktadır. Büyük Selçukluların askeri sistemde yaptıkları yeniliklerdendir. İlk defa Hazreti Ömer döneminde uygulanan ikta sistemini, Büyük Selçuklular, kendilerine göre geliştirerek askeri bir şekil kazandırdılar. Bu sisteme göre ülke toprakları vergi gelirlerine göre bölümlere ayrılırdı. Bu bölümlerin her birine ikta denilirdi. İktalar askeri ve sivil devlet görevlilerine hizmetleri karşılığında verilirdi. Kendilerine ikta verilenler bu topraklarda oturur, memurlar aracılığıyla vergileri toplarlardı. Bu vergilerin bir kısmı ile kendi geçimlerini sağlarlar, geri kalan kısmı ile de belli sayıda atlı düzenlemeyle devlet, hazineden para harcamadan büyük ve güçlü bir orduya sahip olurdu. Ayrıca ikta sahipleri, bulundukları yerleri idare eder ve güvenliği sağlarlardı. Toprağı işleyen çiftçileri denetleyerek üretimin devamının temini de ikta sahiplerinin göreviydi.


Şehzade, melik ve eyalet valileri, kendilerine bağlı atlı askeri birlikler oluştururlardı. Bu birlikler daha çok çeşitli Türk boylarından meydana gelirdi.


Sipahiyan [atlılar], kendilerine ikta verilen kişilerin topladıkları vergi karşılığında yetiştirdikleri atlı askerlerdi. Bu askerlerin atları dahil bütün masrafları ikta gelirlerinden karşılanırdı. Selçuklu ordusunun en büyük bölümünü oluştururdu.


Türkmenler de Büyük Selçuklu ordusunun önemli bir kısmını oluştururdu. Doğu’dan devamlı büyük kitleler halinde gelen Türkmenler uçlara yerleştiriliyordu. Bu şekilde, hem yerleşik hayata geçirilmeleri ve üretimde bulunmaları sağlanıyor, hem de onlardan askeri alanada yararlanılıyordu. Kalabalık olarak yaşayan Türkmenler, başlarındaki beylerin yönetiminde devamlı fetihler yapıyorlar ve sınırları koruyorlardı.


İhtiyaç halinde bağlı devletlerden asker alındığı gibi, komşu milletlerden de paralı asker toplanırdı. Abbasi halifesi ve Gürcü kralı, sultanın ihtiyaç duyup çağırması üzerine asker gönderirlerdi. Aralıklarla Ermenilerden de orduya destek birlikler sağlandığı olurdu. Bütün kuvvetlerin toplanmasıyla Büyük Selçuklu ordusunun 400.000 sayısına ulaştığı zamanlar oldu. Bu da onları, bölgenin en caydırıcı gücü haline getirdi.


Büyük Selçuklular Sonrası Türk-İslam Devletlerinde Ordu

Anadolu Selçuklu Devleti ve beyliklerin askeri teşkilatları birbirinden farklı bir özellik göstermezdi. Anadolu Selçukluları, Büyük Selçuklulardan farklı olarak merkeziyetçi bir anlayışla gulam sistemini güçlendirip, Türkmenlerin etkisinin ortadan kaldırmak istedilerse de, bunda başarılı olamadılar. Subaşıların geniş yetki ve görevlerini azaltarak onları sadece askeri vali niteliğinde görevliler haline getirdiler. Rum, Frank ve Ruslardan paralı asker aldılar.

Anadolu Selçukluları, üç tarafı denizlerle çevrili olan Anadolu’da denizciliğe önem vermenin gerekliliğini kısa sürede kavradılar. Bu amaçla Karadeniz kıyılarındaki Samsun ve Sinop, Akdeniz kıyılarındaki Antalya ve Alanya’yı fethederek, donanmayı güçlendirmek için buralarda tersaneler kurdular. Beylikler döneminde ise Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Karesioğulları, Candaroğulları ve Pervaneoğulları denizcilikte önemli başarılar elde ettiler. Denizcilik, Anadolu Selçuklularına askeri açıdan olduğu kadar, ticari açıdan da büyük yararlar sağladı. Donanma komutanına Melikü’s-Sevahil (Sahiller meliki) ve Reisü’l-Bahr (deniz reisi) denirdi.


Harzemşah ordusunun esas dayanağı da, Türkmen ve Kanglı-Kıpçak boyları oluşturmaktaydı. Harzemşahların askeri teşkilatı tamamen Büyük Selçuklulardan alınmıştır. Ordunun çekirdeğini ikta askerleri oluştururdu. İkta askerlerinden başka hükümdara bağlı merkezde oturan bir hassa ordusu da vardı. Bu ordu kölelerden meydana geliyordu. Bunlardan başka hanedan üyelerinin valilerin ve sınırlarda yaşayan komutanların da askeri birlikleri vardı.


İlk Müslüman Türk Devletlerinde Ordunun Bazı Özellikleri


Savaşçı Sınıflar ve Savaş Aletleri

İlk Türk-İslam devletlerinde askeri teşkilat içinde okçular, mızrakçılar, gürzcüler, sopacılar, neftçiler, lağımcılar, meşaleciler ve bayraktarlar ordunun savaşçı gruplarıydı. Harezm, hazine, silah ve hayvanların muhafızları, mutfak görevlileri, sakalar ve muhafızlar ordunun yardımcı destek gruplarını oluştururlardı. Bunlar, savaş sırasında ordunun gerisinde yer alırlardı.

Savaşta kullanılan silahlardan ok, yay, kılıç, kalkan, mızrak, hafif silahları; mancınık ve arabalar da ağır silahları oluştururdu.



Orduda hafif silah olarak ok, yay, kılıç, mızrak, bıçak, hançer, kargı, harbe, sökü, topuz, gürz, balta, nacak, çekre, zemberek, pala, cevşen ve çokal kullanılırdı. Muhasara silahlarından da külünk, nakkap, mancınık, kule, neft makineleri, kale kapısı kırmaya yarayan koçbaşı adı verilen kütükler kullanılırdı. Ordunun silahları ülke içinde en kaliteli malzemeyle, sanatında pek mahir ustalar tarafından imal edilirdi. Büyük Selçuklularda deniz kuvvetleri olmamasına rağmen, bağlı devletler de vardı. Ordunun ihtiyacının karşılanması ve meselelerinin haline Divanü’l-ceyş bakardı. Selçuklu ordusunun gezici hastaneleri ve Çerge denilen hamamları vardı.


Komuta Yetkisi

Türk-İslam devletlerinde ordunun sefer emrini başkomutan olarak hükümdar verirdi. Ordu savaşlarda genel olarak merkez, sağ kol ve sol kol olmak üzere savaş düzeni alırdı. Sultan merkezde bulunur ve hassa ordusu onu korurdu. Sağ ve sol kollarda ise meliklerin ve şehzadelerin komutasındaki eyalet askerleri bulunurdu. Genellikle Turan taktiği uygulanırdı. Özellikle Dandanakan ve Malazgirt savaşlarında bu taktik mükemmel bir şekilde uygulanmıştı.


OSMANLILARDA ORDU

Osmanlıların kuruluşunda ordu, aşiret kuvvetlerinden meydana geliyordu. Fetihlerin genişlemesiyle, gönüllülerin, fethedilen yerlere iskanıyla da Türkmen bey ve kuvvetlerinin katılmasıyla asker miktarı artıp teşkilatlanmaya gidildi. Beylik, akıncı ve gönüllü kuvvetlerine ilaveten 1361 yılında yaya ve müsellem olmak üzere düzenli ve daimi ordu teşkilatı kuruldu. Öte taraftan, yükselme döneminden itibaren bir donanma tesis edildi. XVI. yüzyılda Osmanlıların sahip olduğu kara ve deniz kuvvetleri, dünyanın en büyük askeri güçleri haline geldi. Bu ordu ve donanma sayesinde bu yüzyıl tarihe “Türk/Osmanlı asrı” olarak geçti.


Görüldüğü gibi Osmanlı silahlı kuvvetleri kara ve deniz ordusu olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Kara ordusu ise merkez [kapı kulu] ve eyalet askerlerinden meydana geliyordu.


Osmanlı Bahriyesi [Donanması]


Osmanlı Deniz Kuvvetleri, Karesi, Menteşe, Aydın gibi denizci beyliklerin hakimiyet altına alınmasıyla sahip olunan gemilerle kuruldu. İlk zamanlarda Karamürsel, Edincik ve İzmit’teki gemi inşa tezgahları, Yıldırım Bayezid zamanında Gelibolu, Yavuz Sultan Selim zamanında Haliç, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Süveyş ve zamanla Rusçuk, Birecik tersaneleri kuruldu. Bu tershanelerde kürekli ve yelkenli gemiler imal edildi. Bu yıllarda Osmanlı donanması, Devlet filosu, Derya beyleri filosu ve Garp Ocakları (Cezayir, Tunus, Trablusgarp) filosu olmak üzere üç filodan kurulu bir kuvvet halindeydi. Ayrıca Tuna ve Fırat nehirlerinde Osmanlı ince donanması görev yapardı.


Buharlı gemilerin keşfiyle 1827’de donanma, Buğu denilen gemilerle de donatıldı. Kürekli gemi çeşitleri olarak uçurma, karamürsel, aktarma, üstüaçık, çete kayığı, brolik, celiyye, çamlıca, şayka, firkate, mavna, kalite, gırab, şahtur, çekelve, kırlangıç, baştarde ve kadırga kullanıldı. Yelkenli gemi çeşitlerinden de ateş, ağrıpar, barça, brik, uskuna, korvet, kalyon, firkateyn, kapak ve üç ambarlı kullanıldı. Donanma-i Hümayununun başı 1867 yılına kadar kaptan-ı derya, bu tarihten sonra da bahriye nazırı unvanını taşıdı. Osmanlı donanması, muazzam teşkilatı, kuvvetli harp filosu, cesur, üstün kabiliyetli kaptan ve leventleriyle Karadeniz, Ege Denizi, Akdeniz ve Kızıldeniz’e hakim olup, Hint ve Atlas Okyanuslarında Osmanlı sancağı ile armasını dalgalandırıp temsil ediyorlardı. Osmanlı donanmasının 27 Eylül 1538 tarihinde müttefik Avrupa devlet ve kavimlerinden meydana gelen Haçlı donanmasına karşı kazandığı Preveze Deniz Zaferi, bugün de “Deniz Kuvvetleri Günü” olarak kutlanmaktadır.


Osmanlı Kara Kuvvetleri


Kapıkulu Ocakları

Eyaletlardeki topraklı veya tımarlı sipahilerle diğer eyalet kuvvetlerinden ayrı olarak Osmanlı devlet merkezinde padişahların şahıslarına bağlı atlı ve yayalardan oluşan maaşlı kapıkulu askerleri bulunurdu. Kapıkulu askerleri (a) piyade çocukları ile (b) süvari bölüklerinden meydana geliyordu.


Kapıkulu askerlerinin piyadeleri; acemi, yeniçeri, cebeci, topçu, top arabacıları, lağımcı, humbaracı ocakları olmak üzere yedi ocağa ayrılırdı. Süvarileri de; sipahi, silahtar, sağ ulufeciler, sol ulufeciler, sağ garipler, sol garipler bölükleri olmak üzere altı bölüğe ayrılırdı.


Bu iki sınıf asker, padişahın şahsına mahsus maaşlı merkez kuvvetleriydi ve padişah nerede bulunursa onunla beraber bulunurlardı. Kapıkullarının en meşhur sınıfı Yeniçeri Ocağı’ydı.


Osmanlı Devleti Rumeli tarafında genişlemeye başlayınca, daimi bir orduya ihtiyaç duyuldu. Savaşta esir alınan askeri şartlara uygun Hristiyan çocukları, Türk-İslam terbiyesiyle yetiştirilerek yeni bir askeri sınıf meydana getirildi. Orhan Gazi’nin oğlu Şehzade Süleyman Paşa ilk olarak bu uygulamayı başlattı. Kuruluşu sırasında Hacı Bektaş-ı Veli’nin de duasını alana bu ordu, yeniçeri ocağının kurulmasına kadar Osmanlı Devleti’nin tek ve muntazam ordusu olarak kaldı.


Orhan Bey’in vefatından sonra yerine geçen Sultan I. Murad Han, Çandarlı Kara Halil’i yeniçeri ve acemi ocaklarını kurmakla vazifelendirdi. Karamanlı Molla Rüstem ile birlikte bu işi başarıyla yürüten Çandarlı Kara Halil, devlet hazinesi ve devletin mali teşkilatını da kurup çeşitli düzenlemeler yaptı. Yeniçeri ocağına asker yetiştirecek ilk acemi ocağı Gelibolu’da kuruldu. İslam hukukunda, harpte elde edilen esir ve ganimetlerin beşte birini beytülmale ait olması hükmüne dayanılarak Pençik Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla, savaşlarda elde edilen her beş esirden biri devlet hesabına ve asker ihtiyacına göre acemi oğlanı olarak alındı. Daha sonra Devşirme Kanunu çıkartılarak, pençik oğlanından başka, devşirme ismiyle, Rumeli tarafındaki Osmanlı tebaası olan Hristiyanların çocuklarından da acemi oğlanı alınması kararlaştırıldı. Sonraki yıllarda bu kanun Anadolu’daki Hıristiyan tebaaya da uygulandı. Tespit edilen esaslara göre acemi oğlanları yetiştirildi.


Yeniçeriliğin ilk kuruluşunda orduya bin nefer alındı. Bunların her yüz kişisinin başına yayabaşı adıyla bir komutan atandı. Ocak, XV. yüzyıl ortalarına kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat adı verilen bir sınıftan ibaretken Fatih Sultan Mehmed zamanından itibaren sekban bölüğünün de kurulmasıyla iki sınıf haline getirildi. XVI. asır başlarında ise ağa bölükleri denilen üçüncü bir sınıf daha teşkil edildi. Bu üç sınıf toplam 196 ortadan meydana geliyordu. Bunun 101’i cemaatli, 61’i bölüklü, 34’ü sekban ortasıydı. Cemaat ortalarından 60,61,62 ve 63. ortalar İstanbul’da otururlar, padişahın merasim günlerinde maiyet askerini teşkil ederlerdi. Bunlara solaklar denirdi. Diğerleri hudut kalelerinin muhafazasıyla görevliydi. Bölük ortalarından 31’i İstanbul’da “sancak-ı şerifi” muhafaza ederlerdi. Sekban ortaları ise padişahın av maiyetiydi.


Osmanlı padişahlarının savaş eğitimi için tertipledikleri büyük sürek avları sekbanlar tarafından hazırlanırdı. İstanbul civarındaki miri çiftliklerin korunması onlara bırakılmıştı. İstanbul’da bulunan cemaat ve bölük ortaları aynı zamanda şehrin inzibat ve asayişiyle görevliydi.


Her yeniçeri ortasının nişan denen bir sembolü ve uçları çatal bir bayrağı vardı. Nişanlar bayrak üzerine işlenirdi. Yeniçeri ocağının bayrağına, “İmam-ı Azam bayrağı” denilirdi. Bu beyaz ipekten, üstüne altın sırma ile bir tarafına, Fetih suresinin ilk ayet-i kerimesinin işlendiği bir sancaktı. Ordugahta yeniçeri ağasının çadırı önüne dikilirdi. Merasimlerde ocağın bayrağı yeniçeri ağasının atının önü sıra götürülürdü. Bu bayrağı taşıyan yeniçeriye Baş bayraktar denilirdi. Ocağın bir de yarısı sarı, yarısı kırmızı ipekten bir alay bayrağı vardı.


Her ortacının çorbacı denilen bir kumandanı, odabaşı denilen bir kumandan yardımcısı, vekilharç unvanlı bir iadre memuru ve bayraktarı vardı. Ortanın en kıdemlisine başeski, aşçıbaşısına usta, aşçı muavinine baş karakollukçu denilirdi.


Her yeniçeri ortasının, içinde yemeklerini pişirdikleri büyük kazanları vardı. Harpte kazanın düşman eline geçmesi, o orta için büyük felaket sayılırdı. Ortaları ile ilgili bir işi görüşecekleri zaman kazanın etrafında otururlardı. İsyan anında kışlalardan kaldırılan kazanlar, büyük törenle ihtilalin idare edileceği meydana götürülürdü. Kazan kaldırmak hükümete karşı ayaklanmak, isyan etmek demekti.


İstanbul’da eski odalar ve yeni odalar adıyla iki büyük yeniçeri kışlası vardı. Eski odalar Şehzade Camii’nin karşısında, yeni odalar da Aksaray’da Etmeydanı’ndaydı. Her iki kışla da geniş bir avlunun etrafını çeviren, önü revaklı odalardan meydana gelmişti. Avlunun ortasında, Orta Camii denilen bir mescit vardı. Yeniçeri ayaklanmaları arifesinde ilk toplantılar hep bu camilerde yapılırdı. Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra bu kışlalar halk tarafından tahrip edildi.


Yeniçeri ocağı neferlerine ulufe denilen maaş verilirdi. Acemi bir yeniçeri neferine ilk devirlerde ocağa kaydı ile beraber, iki akçe yevmiye bağlanırdı. Sonraları bu beş-altı akçeye çıkarılmıştı. Gösterilen yararlıklar ve hizmetler karşılığı da ulufeleri arttırıldı. Yapılan bu artışlara terakki denirdi. Bu suretle yevmiyeleri on-on beş akçe olan yeniçeriler bulunurdu. Harplerde serdengeçti (fedai) yazılanlar, sağ döndükleri zaman yevmiye beş-on akçe terakki alırlardı. Ulufeler üç aydan üç aya, yılda dört taksitte ve Divan-ı Hümayun’da düzenlenen törenle dağıtılırdı. Taksitlere mevacib denirdi. Neferlerin ulufesinden başka her yeniçeri ortasına ekmek, et, yağ, bulgur ve mum verilirdi. Her nefere de senede, bir kat elbise veya bedeli verilirdi.


Yeniçeri ocağının en büyük kumandanı yeniçeri ağasıydı. Yeniçeri ağaları, XVI. yüzyıl başlarına kadar ocaktan yetişirlerdi. Fakat bir süre sonra bunların yolsuzlukları ve itaatsizlikleri görülünce, saraydan yetişmiş, padişahın tam güvenini kazanmış kimseler yeniçeri ağası tayin edilmeye başlandı. XVIII. asırdan itibaren yine ocaktan tayin edildiler. Yeniçeri ağaları Süleymaniye’de devlet malı bir konakta otururlardı. Yeniçeri ağası, ağa divanının reisiydi. Divan-ı Hümayun üyesi olmamakla beraber, vezir rütbesine sahipse Divan toplantılarına katılırdı. Aynı zamanda İstanbul’un en büyük zabıta amiriydi. Yeniçeri ağası sefere çıktığında yerine sekbanbaşı bakardı. Yeniçeri ağaları terfi ettirilecekleri zaman, beylerbeyi ve kaptan paşa olurlardı.


Ocak disiplini sağlam olduğu devirlerde yeniçeriler, geceleri kışlalarındaki koğuşlarından başka yerde yatmazlardı. Askerlik taliminden başka bir şeyle uğraşamaz ve emekliye ayrılıncaya kadar da evlenemezlerdi. Emekliye ayrılan yeniçeriye oturak denilir ve kendisine ölünceye kadar emekli gündeliği verilirdi. Emekli olduktan sonra evlenenler öldüğü zaman, geride bıraktığı dul ve yetimlere fodla denilen maaş bağlanırdı.


Yeniçerilerin XV. yüzyıl ortalarına kadar mevcutları 10.000, Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatı sonrasında da 12.000 dolaylarındaydı. Bu sayı Sultan III. Mehmet Han zamanında 45.000’e kadar yükseldi. IV. Murad Han zamanında ocak mevcudu tekrar düşürüldüyse de XVII. yüzyılın sonunda 80.000’i, XIX. yüzyılın başından itibaren de 100.000’i geçti.


Yeniçeri ocağı XVI. asrın sonlarına kadar Osmanlı ordusunun talimli, mükemmel bir yaya kuvveti olup, savaşlarda vurucu güç durumundaydı. Osmanlı Devleti’nin asıl askeri gücünü meydana getiren timarlı sipahilerin önemini kaybettiği XVI. yüzyıl sonlarında yeniçeri ocağına, Devşirme Kanunu’na aykırı olarak, yabancı efrat alınması ve ocak mevcudunun arttırılması yoluna gidildi. Böylece talimsiz, başıboş kimselerin ocağa girmesiyle bu askeri teşkilat doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin ve azlettiren, padişahları tahttan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet haline geldi. I. Ahmet Han’dan itibaren Osmanlı padişahlarının ilerleme hamleleri veya disiplinli modern ordular kurma teşebbüsleri iç ve dış düşmanlar tarafından hep yeniçeri ocağı kullanılmak suretiyle baltalandı. Düzeltilmesi için her türlü fedakarlıkta bulunulan ancak yola gelmeyen ocak, Sultan II. Mahmud devrinde 1826’da kaldırıldı. Olay tarihe Vak’a-i Hayriyye olarak geçti.


Eyalet Askerleri

Eyalet askerleri, tımarlı sipahiler ve yerli kulu teşkilatı olmak üzere ikiye ayrıldı.

Tımarlı Sipahiler

Tımarlı sipahiler, Osmanlı ordusunun en önemli kısmı olup tımar sahipleriyle, bunların beslemek ve yetiştirmekle yükümlü oldukları cebellülerden meydana gelirdi. Osmanlı Devleti yaptığı fetihlerde tımar usulüne uygulayarak dirlik sahiplerine bıraktığı gelir karşılığı hazır asker temin ederdi. Tımarlı sipahiler her sancakta bölüklere ayrılırdı. Her on bölük, alay beyinin komutası altında toplanırdı. Alay beyleri savaş olduğunda bölgesindeki sancak beylerinin, onlar da şehzadelerin veya beylerbeyilerin komutası altında sefere giderlerdi. Sipahilerin onda biri sefer esnasında hem bölgelerinin korunması hem de asayişin sağlanması ve giden arkadaşlarının işlerini görüp toprağın işletilmesi için nöbetleşe illerinde kalırdı.


Yerli Kulu Teşkilatı

Yerli kulları; yurtiçi, geri hizmet, kale kuvvetleri teşkilatı olmak üzere üç bölümdü. Yurtiçi teşkilatı belderanlar, cerahorlar, derbendciler, martalozlar, menzilciler, voynuklardan; geri hizmet teşkilatı, yaya ve müsellemler ile yörüklerden; kale kuvvetleri teşkilatı, azaplar, gönüllü ve beşlilerden meydana gelirdi. Akıncılar, Osmanlı ordusunun öncü kuvvetleri olup, kuruluşuna, gelişmesine ve genişlemesine çok hizmetleri geçti. Akıncılar onlu sisteme göre teşkilatlanmışlardı.


Osmanlı Ordusunda Kullanılan Silah ve Aletler

Osmanlı ordusunda ateşsiz, ateşli ve koruyucu silahlar kullanılmaktaydı. Bunların belli başlıları şunlardır:

Ateşsiz Silahlar: Kılıç, ok, sapan, bozdoğan, topuz da denilen gürz, kamçı, döğen, balta, meç, şimşir, gaddara, yatağan, hançer, kama, mızrak, cirit, kantariye, kastaniçe, süngü, zıpkın, tırpan, çatal, halbart, mancınık, hareketli kule.


Ateşli Silahlar: Şayka, zarbazen, miyane zarbazen, şahi zarbazen, şakloz, drankı, bedoluşka, marten, ejderhan, kolonborna, miyane, balyemez adlarındaki toplar şişhaneli karabina, çakmaklı, fitilli çeşitleriyle tüfek ve tabanca.


Koruyucu Silahlar: Zırh, karakal, miğfer ve kalkan.


Osmanlı Ordusunda Rütbeler

1839’da Tanzimat’ın ilanına kadar orduyu hümayunda mülki vazifeleri de olan askeri rutbeler şunlardır: Sadaret, vezir, beylerbeyi, üla, sancak beyi, alaybeyi, kaymakam, binbaşı, sağ kolağası, yüzbaşı, mülazım-ı evvel, mülazım-ı sani, zabit vekili, başçavuş, onbaşı, nefer. Son devir askeri rütbeler şöyledir: Müşir [mareşal], ferik [korgeneral], mirliva [tümgeneral], miralay [albay], kaymakam [yarbay], binbaşı, kolağası [kıdemli yüzbaşı], yüzbaşı, mülazım-ı evvel [üsteğmen], mülazım-ı sani [teğmen], nefer [er].

Osmanlı Ordusunun Genel Özellikleri


Kanuni zamanında fevkalade büyükelçi olarak bulunan Baron Von Busbecq’e göre:


“Türk sistemini kendi sistemimizle karşılaştırdığım zaman istikbalin başımıza getireceği şeyleri düşünerek titriyorum. Bir ordu galip gelecek ve payidar olacak, diğeri de mahvolacaktır. Çünkü şüphesiz, ikisi de sağlam surette devam edemezler. Türklerin tarafında, kuvvetli bir imparatorluğun bütün kaynakları mevcut; hiç sarsılmamış bir kuvvet var. Sefer görmüş askerler, zafer ihtiyatları, zorluklara katlanma yeteneği, birlik, düzen, disiplin, kanaatkarlık ve uyanıklık var. Bizim tarafta ise, yaygın fakirlik, özelde israf, sarsılmış kuvvet, bozulmuş moral, tahammülsüzlük ve idmansızlık var. Askerlerimiz serkeştir, subaylarımız tamahkardır. Disiplini hor görüyoruz. Sebatsızlık, serkeşlik, sarhoşluk, sefahat, bizde bol bol mevcuttur. Bütün bunların en kötüsü, düşmanın (Türklerin) zafere, bizim de hezimete alışkın bulunmamızdır. Bizim askerlerimiz arasında olduğu gibi, hiçbir tarafta bir sarhoşluk, cümbüş yahut kumar gibi şeylere rastlayamazsınız…”


On sekizinci asrın başlarında Kont Bonneval “Mahir bir kumandan, Türk askeri ile dünyayı bir kutuptan diğer kutba kat edebilir…” demektedir.


ÖZET

Türk milleti tarihinin ilk devirlerinden itibaren orduya önem vermiş, milletin her ferdi kendisini askerlikle yükümlü saymıştır. Yurtta ve dünyada barışın Türk ordusunun gücüyle gerçekleşebileceğine inanmıştır. Bu yüzden her Türk, kendisini ordunun bir parçası saymıştır.


Birçok Türk devletinde kapı kulu şeklinde hükümdarın şahsına bağlı devamlı askeri teşkilatlar da kurulmuştur. Bunun yanında Selçuklularda ikta sistemi oluşturulmuş, bu sistem geliştirilerek Osmanlı tımar sistemi meydana getirilmiştir. Tımarlı sipahiler, Osmanlı Devleti’nin, eyalet kuvvetlerini oluşturmuş, iç güvenliğini bunlarla temin etmiş, sefer kuvvetinin önemli bir kısmını uzun süre bunlar vasıtasıyla sağlamıştır. Tımar sisteminin bozulmasına kadar bu durum devam etmiştir. Kapı kulu sistemi de Yeniçeri ocağının kaldırımasına kadar devam etmiş, sonraki yıllarda mecburi askerlik sistemi getirilmiştir.


Tarih boyunca Türk devletlerinin ordularında tam bir disiplin hakim olmuş, devlet başkanlarına ve komutanlarına büyük saygı gösterilmiştir. Onların sarsılmaz otoritesi sayesinde saygısız zaferler kazanılmıştır.

Yorumlar