Vergi

 Klasik kaynaklarda nasla belirlenenler dışındaki vergiler için meks, darîbe, vazîfe, nâibe (daha çok Hanefî kaynaklarında), külef sultâniyye (daha çok Hanbelî kaynaklarında, Osmanlılar’da ise tekâlîf), resm (rüsûm), avârız, bâc terimlerine rastlanır.

Osmanlılar’da vergiyle ilgili yükümlülüklere işaret eden çok sayıda terim vardır. Kaynaklarda daha çok “virgü” olarak geçen kelime, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren (1855’ten sonra) bugünkü şekli ve kapsamıyla kullanılmaya başlanmıştır. Klasik dönemde vergi vb. yükümlülükleri ifade etmek için kullanılan en yaygın terim teklif/tekâlîf kavramıdır.

Tekâlîf vergi, resim gibi nakdî, aynî ve bedenî yükümlülükleri içerecek biçimde geniş kapsamlıdır ve tekâlîf-i şer‘iyye, tekâlîf-i örfiyye diye ikiye ayrılır. Tekâlîf-i şer‘iyye zekât, öşür, haraç ve cizyeden ibarettir

Tekâlîf-i örfiyye ise tekâlîf-i âdiyye ve tekâlîf-i şâkka olarak iki çeşittir

Tekâlîfle ilgili bir başka taksimde ise tekâlîf-i şer‘iyye - tekâlîf-i fevkalâde ayırımı yapılmış ve “devletin olağan üstü ihtiyaçları için hükümdarın emriyle vazolunan teklif” şeklinde tanımlanan tekâlîf-i fevkalâde de tekâlîf-i örfiyye ve tekâlîf-i şâkka kısımlarına ayrılmıştır. Tekâlîf-i örfiyye savaş dolayısıyla hazinede yeterli gelirin bulunmamasına dayalı olarak “tekâlîf-i âdiye kavâidine tevfîkan tarh ve tahsiline mesâğ-ı şer‘î bulunan teklifler”, tekâlîf-i şâkka ise “böyle bir ihtiyaca müstenid ve tekâlîf kavâidine muvâfık olmayan ve binaenaleyh vaz‘ ve tahmiline cevâz-ı şer‘î bulunmayan teklifler”dir.

Osmanlı vergi literatüründe resim ve avârız gibi genel terimlerin yanında bir kısım vergilere işaret eden bâc, bâd-ı hevâ, hâsılat, bedel, câize, iâne gibi terimler de kullanılmıştır. Bâc Osmanlılar döneminde genel olarak vergi, özel olarak ise şehir pazarlarında tahsil edilen resimler veya ticaret mallarından alınan vergileri ifade etmektedir.

Bâd-ı hevâ, ne zaman tahakkuk edip tahsil edileceği belli olmayan zuhurata bağlı bazı resimleri belirtmek için kullanılmıştır.

Hâsılat, hem şer‘î hükümler hem kanunlar gereğince alınan her türlü gelir ve rüsûmudur. Bedel verginin veya mükellefiyetin cinsini gösteren kelime ile birlikte kullanılır ve onların karşılığı anlamını taşır (bedel-i askerî gibi).

Câize adıyla yapılan ödemeler önceleri (XVI. yüzyıl sonlarından itibaren) taşraya ve merkez idarî birimlerine yapılan tayinler için söz konusu iken zamanla bu ödeme düzenli bir gelir vergisine dönüşmüş, ancak 1830’da kaldırılmıştır. XIX. yüzyılda bazı olağan üstü giderler için iâne adı altında halktan maddî yardımlar toplanmıştır.

Bu dönemde fethedilen araziler mîrî arazi şekline sokulup zekât, öşür, haraç ve cizye gibi şer‘î vergiler karşılığında aynî veya nakdî birçok resim belirlenip tahsil edilmiştir. Her bölgenin tahririnden sonra o bölgeye has vergiler yine o bölgeye ait kanunnâmelerle tesbit edilirdi. Kanunnâmelerde geçen birçok vergi esasen öşür ve haraç karşılığı alınan resimlerdir ve isimleri mahallî kullanımlara göre farklılaşmıştır; zekât, öşür, haraç ve cizye mukabili tarh ve tahsil edilen seksen adet resim mevcuttu

Osmanlı Devleti’nde ilk vergi olarak Osman Gazi zamanında uygulanan “bâc-ı pazar resmi” gösterilir; ancak bu bilginin sıhhati şüphelidir. Malî teşkilâtın Orhan Bey zamanında gelişmeye başladığı kabul edilmektedir.

Halil İnalcık’a göre Osmanlı Devleti’nde temel vergi ve toprak sistemi çift resmi, çiftlik vergisi veya çifthâne sistemi tabirleriyle ifade edilebilir. Çifthâne sistemi bunu tesbite yönelik arazi, vergi ve hâne sayımlarıyla belirlenir. Burada vergiye esas birim hânedir. Hâne ayrıca fevkalâde hallerde alınan tekâlîf türü (avârız) vergiler için de bir malî birim niteliği taşıyordu.

Osmanlılar örfî vergi ve yükümlülüklerin çoğunu çift resmiyle ilişkili hâne esasına göre rüsûm, tekâlîf-i örfiyye ve avârız-ı dîvâniyye sistemi adı altında sürdürüyordu

Osmanlı vergi sisteminin temel ayırıcı vasfı kanunîlik ilkesini önemli ölçüde gerçekleştirmiş olmasıdır. Avârız tipi olağan üstü vergiler ve örfî vergilerin birçoğu ferman, berat ve kanunnâmelerle konulurdu.

Osmanlı hukukunda tekâlîf-i örfiyyenin başlangıcı olarak 915’te (1509) yürürlüğe konulan avârız vergisi uygulaması gösterilirse de bunun daha eskiye dayandığı muhakkaktır.

Tanzimat öncesinde “harc-ı i‘lâm, mübâşiriyye, tahsildâriyye, kalemiyye” gibi örfî vergiler yanında şer‘î mahkemelerde kadıların verdikleri belgelerden değişik isimlerde alınan harçlar mevcuttu.

Tanzimat dönemiyle birlikte vergi zihniyetinde, sisteminde ve uygulamasında önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Tanzimat başlangıçta kısmî bir alanda uygulanmış olsa da örfî vergilere, iltizam usulüne, angarya ve aynî yükümlülüklere son verme çabaları, maliyede merkezîleşme, vergi tasnif biçimlerinde değişim, yeni vergi konuları ve tahsil şekilleri oluşturma dönemin karakteristik vasfı olarak kendini gösterir.

Bu dönemde geniş yetkili tahsildarlar görevlendirilerek herkesten kazanç ve emlâkine göre vergi alınması hedeflenmiştir. Vergiyle ilgili yükümlülüklerin kanuna uygun biçimde yerine getirilmesi için birtakım hukukî düzenlemeler yapılmıştır. Tanzimat’la birlikte tekâlîf farklı bir tasnife tâbi tutulmuş, vasıtalı ve vasıtasız vergi ayırımı ortaya çıkmıştır. Vasıtasız vergiler emlâk, arazi, patent, temettû ve eşhas vergileriyle bedel-i askerîdir. Vasıtalı vergiler ise resim adıyla anılan mezrûât, hayvanât, gümrük, damga, müskirât ve saydiye resimleridir. Tanzimat’ın önemli bir başka yeniliği de 1840 yılında toplam vergi miktarının yerel meclislerce halkın malî durumuna göre hâne başına tevzii şeklinde (an-cemaatin) bir uygulamaya geçilmesidir. 1856 Islahat Fermanı’nı takiben yeni reformlar yapılmış ve 1275 (1858-59) yılında “an-cemaatin” vergi uygulaması kaldırılarak yerine nisbî nitelikli emlâk, arazi ve temettû vergileri getirilmiştir. Devletin sona ermesine kadar varlığını koruyan âşârla ilgili yapılan tek değişiklik âşâr oranının devletin her tarafında sabitlenmesidir. Ayrıca âşârın tahsilinde kullanılan usuller değişikliğe uğramıştır. Tanzimat’ta âşâr vergisi emanet usulü, maktûan ihale, açık arttırma usulüyle iltizam veya bu usullerin farklı bölgelerde birlikte uygulanması yoluyla tahsil edilmeye çalışılmıştır.

Osmanlı vergileri içerisinde önem taşıyan bir diğer vergi gümrük resimleridir. Hazine adına hususi memurlar vasıtasıyla toplanan bu vergiler, Tanzimat öncesi hem yurt dışına ihraç edilen hem de oradan ithal edilen mallar yanında imparatorluk sınırları içerisinde deniz ve kara yoluyla bir yerden bir yere nakledilen mallardan da alınıyordu.

Tanzimat’la birlikte bu konuda da önemli gelişmeler olmuş, 1838 ticaret anlaşmalarıyla yabancı tüccarlar dâhilî gümrük resimleri kapsamından çıkarılmıştır. Mahallî örfe ve mal çeşitlerine göre farklılık gösteren gümrük vergisi oranları 1859 yılında her mal için % 12 olarak uygulanmaya başlanmıştır.

1874’te ülkedeki bütün kara gümrükleri kaldırılmış, iskelelerde alınan dâhilî gümrük resimleri devam etmiştir. İskelelerdeki gümrük resmi de 1909-1910 yılına ait bütçe kanunuyla kaldırılmıştır

Tanzimat’ta nitelik farkı gösteren bir uygulama da damga resmiyle ilgili olup önceden mâmul mallar, kumaş, altın, gümüş ve bakır kaplar, at nalları ve ölçü-tartı aletlerine damga vurularak bu vergi tahsil edilirdi; bir kısım hukukî işlem ve mukavelelerde devletçe basılan kâğıtların kullanılması veya pul yapıştırılması yoluyla damga resmi alınmasına 1845’te başlanmıştır.

Vergi uygulaması açısından işaret edilmesi gereken hususlardan biri de hukuken malî işlerinde özerk olan bölgelerdir. Osmanlı Devleti buralarda tahsil edilen vergilere karışmaz, ancak bu idareler merkezî devlet hazinesine yıllık maktû bir tutar öderlerdi. Mısır bu uygulamanın en iyi örneğidir. Merkezî idareye bağlı olmakla birlikte Tanzimat reformlarının uygulanmadığı, eski vergi düzenlerini koruyan müstesna bölgeler vardı. Reformların uygulandığı yerlerde yürürlüğe konulan pek çok vergi buralarda tahsil edilmezdi. Hicaz ve İstanbul gibi vergi ayrıcalığı tanınan bölge ve şehirler de vardı. Klasik dönemde vergilerden muaf olan İstanbul’dan Tanzimat devrinde de “an-cemaatin” vergi, emlâk ve temettû vergileri, âşâr ve ağnâm resimleri gibi vergiler alınmıyordu. Ancak Kānûn-ı Esâsî’nin yürürlüğe girmesinin ardından eşitlik ilkesi gereği bu konuda değişiklikler yapılmıştır. Bu tür uygulamalar, klasik dönemde şehir ve köylerde yaşayanların toprak sahibi olarak yaptıkları üretim şekillerine dayanıyordu. Şehirli statüsünde olanların farkı toprakları eken köylü-çiftçi gibi şahsî vergileri ödememeleriydi. Fakat yetiştirdikleri ürünlerin vergilerini timar sistemi içinde verirlerdi.

TEKALÎF

 Sözlükte “yükümlülük” anlamına gelen teklîf kelimesinin çoğulu olan tekâlîf devletin talebini ifade etmek için belgelerde tekâlîf-i emîriyye şeklinde de geçer.

Toprak, hayvan mahsulleriyle arazi, bina vb.nden alınan vergi ve resimler tekâlîf-i emîriyyeden sayılır.

İslâm devletlerinde vergiler “tekâlîf-i şer‘iyye” ve “tekâlîf-i fevkalâde” diye ikiye ayrılabilir.



Yorumlar