Belin, OTTOMAN COIN
Sikke (la monnaie métallique) İslam dünyasında “nakit”, “nakit ü cins”, “nükûd u ecnas”, “ecnas-ı nükûd” ve “meskûkât” olarak adlandırılıyor. Pratikte, “dénominatif” paraların sabit bir karşılıkları yok. Birbirleri arasında [paritelerinde] değişkenler. Aynı durum ülkeler arasındaki transferlerde (hareketlerde) de söz konusu. Bu noktada dönemin “commercial” veya “politique” etkisi, (paraya) gösterilen rağbet (voque) ve paranın özellikleri belirleyici oluyor. (s. 3) Aynı şekilde, Arapların hakimiyetinin genişlediği zamanlarda dinar [“Denarius” Roma’da en önemli gümüş paranın adı. Aynı ad, İncilin Grekçe versiyonlarında da gümüş parayı ifade ediyor. Devrin ülkeleri tarafından daha genel anlamıyla para (“monnaie”) anlamında kullanılmış ve nihayet “denaro”, “danaro”, “denier” olmuş]. Daha dar bir çerçevede de “Thaler”, “talaro”, “dollar” olarak kabul görmüş.] ve dirhem (écus d'or et d’argent) bir müddet boyunca, dirhemin ağırlığı ölçüsünde (à des poids de même nom), daha sonra İslamı kabul eden civar halkların da kabul ettiği bir para ve para adı (les dénominations monétaires) olmuş. (s. 4)
Osmanlılar da bunu aynı yolla ve Selçuklular üzerinden almışlar ve imparatorluğun Arap topraklarında aynı paranın şeklini (types) ve kullanımını muhafaza etmişler. Nihayet (zamanla) “dinar” ve “dirhem” pratikte ortadan kalkmasına, sadece ismen (vocable) yaşamasına ve geçmiş dönemlere ait bir para olmasına rağmen, Asya taraflarında aynı adlar (dénominatifs), gerek hesaplamalar, gerekse farklı madeni sikkeler için kullanılmaya başlanmış.
Sultan Ghazan (Gazneli Mahmud, b. 1271, d. 1304) zamanından beri “dinar” İran’da 3 miskal ağırlığındaki bir gümüş parayı ifade ediyor.
“Sefi (Safavi, 1501-1736)” ve “Zend (1751-1779)” hanedanları zamanında hesap parası veya nazari (une monnaie idéale ou de compte) para olarak yüzlük ve üçyüzlük (sad-dinâr et sih-sad-dinâr) olarak kullanılıyorlar. 300 dinar (18. yy. Başları) 1/4 “écu” riyal miş.
Paranın jenerik anlamında kullanılan “dirhem”, değişik Asya hükümdarlıklarının, özellikle de Buhara Çağatay hanlarının bakır paralarının üzerinde yer alıyor (se lit sur des ...). (s. 5)
Ali Şir Nevâî zamanında (1441-1501) İran’da “direm” nakit para (le numéraire) yerine kullanılır hale gelmiş.
[MISIR] Selalahaddin Eyyübi zamanında (b. 1137-d.1193; r. 1137-1193) (Mısır-Suriye’de) değeri yüksek ve ağırca (forts de poids et d’un titre élevé) siyah “dirhem”lerin yürürlükten kaldırıldığı (démonétisa) ve yerine gümüş ve bakır olarak eşit ağırlıklarda kesilmiş olan “dirhem”lerin getirildiği biliniyor. Daha sonra, Melik Kamil zamanında da, (b. 1180-d.1238; r. 1218-1238, 1237-1238) “varak” (para haline getirilen dirhemler için kullanılan küçük gümüş parçaları) adıyla bilinen dirhemleri tedavülden kaldırarak yerine, ağırlık ve değer bakımından (quant au poids et au titre) eskilerine daha fazla benzeyen dirhemleri getiriyor. Ancak buna rağmen, 1404’ten itibaren patlak veren hadiseler dinar ve dirhemin azalmasına ve nihayet piyasadan çekilmesine (disparition) yol açıyor. (s. 6) Nitekim daha Barkuk zamanında (r. 1382-1389), büyük kazançlar vaadeden bakır paralar “fels”lerin basılmaya başlanması, Kahire ve İskenderiye piyasasına bu paraların külliyetli miktarda girmesine yol açıyor. Fels’lerin
bozuklukları da (divisions) basılıyor ve Berkuk’un oğlu Ferec (r. 1405-1412) zamanında, reel değerinin altında, itibari değere (cours forcé: fiat money; money that is given legal vale or made legal tender form money debts by Government fiat) sahip bir halini alıyor ve ülkenin gündelik parası oluyor. Ferec’in halefi Melik Müeyyed Şeyh (r. 1412-1421) devrinde piyasaya, “müeyyedi” veya meydi” adıyla yarım dirhemler (nous
fadda/nısf-fadda/half silver) sürülüyor. Aynı kelimeden de, “para”anın muadili olarak kullanılan “médin” ifadesi ortaya çıkıyor. Ancak Mısır’da genel olarak nakit para için “fülus” terimi kullanılmaya devam ediyor.
Osmanlılar, zaten çoktandır yürürlükte olmayan Arap menşeli para sistemini sahip çıkmayıp, Moğol ve Selçuklu geleneklerini yaşatmaya devam ediyorlar. (s. 7) Bunların paraları başlıca ak (gümüş) ve kızıl (altın) olmak üzere iki gurupta toplanıyor. Ayrıca, Selçuklular bir kenara bırakılacak olursa, ilk zamanlarda tedavüldeki paraların çoğu dışarıdan, yani Hindistan, Irak, Batı (Occident) ve Frenk memleketlerinden geldiği için, “akçe” veya “Osmani”ye dayalı yerli (national) ve “kuruş”a (écu d'argent étranger) dayanan “yabancı” veya “ticari” (étranger ou commercial) olmak üzere ikili bir para sistemi benimsiyorlar. Ancak ikinci sistem zamanla birinci sistemi de ortadan kaldırıyor (absorbe). (s. 8)
Yerli sistem (système national) moğol dilindeki ifadelerin çoğunu muhafaza ediyor: (Temel) birim için “akçe”, ufaklık (divisionnaire) için “mangur”, birimin katları için “altun” kullanılıyor. İran moğolları tarafından kullanılan “akçe” terimi, bir para terimi olarak “dirhem”in çok daha küçük boyutlu [“dirhem” veya “dram” frank mark ağırlığı cinsinden (en poids de Marc le franc) 57 “grain” 9670’ye; “décimal” ağırlık sistemi cinsinden ise 3 gram 78 miligram’a denk geliyor] küçük parçalarını ifade ediyor. İlk basılış
zamanı ile ilgili H.729/M.1328-29 ve H.792/M.1389-90 olmak üzere iki tarih var. “Akçe-i Osmani” veya kısaca “Osmani” olarak adlandırılıyorlar. “Osmani” ifadesinin I. Selim devrinin (r. 1512-1520) sonuna kadar kullanıldığı sanılıyor. (s. 9) Ancak “akçe”, vakıflar aracılığıyla ilmiye sınıfı mensupları veya müderrislerin tahsisatları için kullanılmaya devam ediyor. Kanuni devrinden itibaren, bazı istisnalar hariç, “historiograph”lar tarafından “Osmani”ye tercihen kullanılılyor.
“Akçe-i Osmani” veya “akçe”bin başlangıçtaki değeri (valeur) zamanla değişikliğe uğramıştır; ancak bir çok müellif/yazara göre “légal” dirhemin 1/4’ü kadar; bir kısmına göre de 1/3’ü kadardır. “Akçe”nin sistematik olarak katlarının ortaya çıktığı bir para sisteminden bahsetmek mümkün değil; (s. 10)
Ancak H. 1028/1715-16 tarihli sikke tecdidi/tashihi (refonte) ile ilgili Naima “onluk” “Osmani” akçelerin basıldığını zikrediyor. Aslında bu bu durum, bu dönemde “Osmani” ifadesinin, belki de II. Osman devrine (r. 1618-1622) denk gelmesi nedeniyle, tamamen terkedilmemiş olduğunu da gösteriyor. Ya da eski “akçe” çeyrek dirheme karşılık geldiği halde, yeni onluğun bir tam dirhem olduğunu gösteriyor [Marsigli -État militare, p. 45- hem “onluk”, hem de “beşlik” akçelerden bahsediyormuş]. Diğer yandan, “Osmani” aktüel Osmanlı altının (l’écu d’or) adı olarak da karşımıza çıkıyor. Zira akçenin sürekli değer kaybına uğraması (alteration) ve eski parlaklığını/ihtişamını (éclat) kaybetmesi, “akçe” teriminin paranın tabi halini göstermekte yetersiz kalmasına yol açmış; artık “beyaz akçe”, “çil akçe”
ve nihayet “sağ akçe”nin (aspres de bon aloi) zıddı olarak “kalb ve züyuf” akçe, “kızıl akçe”, “fels-i ahmer” ifadeleri kullanılmaya başlanıyor.
Akçe, son gümrük tarifesine kadar bir hesap parası (monnaie de compte) olarak muhafaza ediliyor. (s. 11) Resmi olarak da kuruşun yüzdelik dilimi (subdivision de la piastre en centimes) haline sokuluyor. Ücretlerin hâlâ eski düzenle (sur l’ancien pied) tahsil edildiği vakıf muhasebeleri hariç, “akçe”nin kullanımı son buluyor ve sadece “jenerik” olarak kullanılmaya devam ediyor: “beş yüz kese akçe”, “güzeşte ve mesarıf akçesi ile” vb.
Akçenin ilk ufaklığı (divisionnaire) “jeton” veya “bakır para” anlamında kullanılan “mangur/mangır”. “Pul” da aynı manada kullanılıyor. Mangır’dan bahseden tek tarihçi Raşit’miş. “Mangır” teriminin (dénominatif) bir benzeri de “mongou” veya “meungoun” olarak ve gümüş veya para (argent) anlamında Moğolcada yer alıyor. Öte yandan, “mangır”ın “kızıl” ve “ak” olmak üzere ikiye bölünmüş olması da söz konusu. Zira bakır paraların “kıp-kızıl mangır” olarak adlandırıldığı durumlar var. (s. 12)
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren sultan adına bakır paralar bastırıldığı biliniyor ve nümizmatlar ilk bakır paranın darbını Osmangazi’ye kadar geri götürüyorlar. Ancak sultanın adını taşıyan ilk bakır paralar I. Murad’a ait. Mangırın rayici (cours), paranın tabiatı icabı, oldukça değişken.
Kantakuzenos hanedanına mensup Grek tarihçi Theodoro Spundugino (d. 1540’s) zamanında (16. yy. başları..) 8 mangır 1 akçeye; 4 akçe de 1 dirheme tekabül ediyormuş.
Blaise de Vigénere zamanında (Histoire des Turcs, 1663) 16 mangır 1 akçe;
Marsigli zamanında da (b. 1658-d. 1730) da 4, ve 3 akçe 1 “para” ediyor.
Raşid’in aktardığına göre 1687 yılında savaş masraflarını karşılamak için bakır para darbına karar veriliyor ve 1 okka bakırdan (bon cuivre) 800 mangır basılması emrediliyor. Paritenin de 2 mangır 1 akçe olması kararlaştırılıyor.
Takip eden yıl (1688) ise, rayiç “1 mangır = 1 akçe” olarak belirleniyor.
1690’da bu parite hala geçerliliğini koruyor.
“Altoun”/”altan” Moğol dillerinde külçe altını ifade ediyor, ancak aynı terim, bilhassa İran Moğolları arasında meskûk altın için kullanılıyor. (s. 13) Kelime aynı şekilde ve aynı mânâ ile Osmanlılar tarafından da iktibas ediliyor. (İlk zamanlar) İslam halifelerinin “dinar”ları ve Memluklülerin altın “écu”lerini Venediklilerin “ducat”larıyla aynı vezin (poids) ve ayarda (titre: fineness) darbeden/kullanan (monnayé) Osmanlılar, Fatih ile birlikte (H. 883/M. 1478-79) “Osmanlı altını”nı basıyorlar. (s. 14) Bu tarihe kadar, ecnebilerin altın “écu”lerinin, özellikle de Venedik “ducat”sının, Osmanlı coğrafyasında meşru/yasal bir rayici (légal cours) var ve bu rayiç, Osmanlı altın parası
darbedilirken/piyasaya sürülürken (à l'émission de) ve daha sonraları da, bir “carré” içine kitlenmiş haldeki (enfermé) “sahh”lar bütün “ducat”ların üzerine vuruluyor (appliqué sur chaqué ducat). Osmanlı (“Sultanî”) altını, zaman içinde dönemin siyasi, ticari ve askeri gelişmelerine bağlı olarak farklı adlar alabiliyor. Nitekim Venedik Cumhuriyeti’nin ticari ve siyasi üstünlüğünün bir yansıması olarak, “altın” denildiğinde prensip olarak “flori” [“florin”, “fiorino” vs. Saade’d-din’in (Tacü’t-tevârîh, Kanuni’ye kadar, 1584) aktardıklarına göre Bayezid Han’ın güçlü donanmalarının değeri “flouri” cinsinden verilmiş. Sultan Korkut Mısır’dan kaçtıktan sonra Mısır hükümdarından (prince) aylık 3,000 florilik bir “vazife” almış. Yavuz Sultan Selim İran dönüşünde “Kürt” beylerinden birisine 1,000 flori bağışlamış. (Naima, Fezleke, Koçu Bey, Cevdet’de de benzer bilgiler mevcutmuş) Fransa’da “florin” terimi bütün altın paralar için kullanılıyor, zira bu paraların üzerlerinde bir zambak yaprağı var. (s. 15) (Kanuni devrinde) 1543’te Toulon’daki Türk donanmasının masraflarının bir kısmı, burada kaldıkları süre zarfında, “florin”ler ve “gros”larla karşılanmış.], “sikke-i flori” ve “sikke-i efrenci-i flori” anlaşılıyor. (s. 15)
Daha sonraları, ve özellikle de Yavuz Sultan Selim’in İran fetihlerinden sonra, “şâhî” [Safeviler (1501-1736), Zendler (1715-1779) ve Kacarlar (1786-1925) zamanında “şâhî” terimi “gümüş” paralar için kullanılıyor. Kafkasların Rus hakimiyetine giren bölümlerinde “şahi” bakır paralar için kullanılıyor. Son zamanlarda İranda da bakır paralar için kullanılır olmuş.] olarak adlandırılmaya başlıyor. Mısır Memlüklü’lerin hakimiyetine son verildikten sonra da “eşrefî” adı kullanılmaya başlıyor. Mısır’da paralara “patronymique” adlar verme geleneği varmış ve tahta çıkışı sırasında Kansu Gavri adına basılan altın paralar, kendisinin “patronymique surnom”u olan Melik el-Eşref adını almış [Batı da “carolu”, “édouard”, “guillaume”, “loui” lerin adları aynı yolla ortaya çıkmış. İran’da ise (gümüş) paraların adları hanedanlara göre değişiyor: “Séfi”ler (Séfévides) devrinde gümüş paralara “abbasi” (Şah Abbas); “Afşar”lar zamanında da “nadiri” (Nadir Şah) deniliyor]. Yavuz Sultan Selim Mısır’dan dönüşü sırasında buradan külliyetli miktarda altın ve sikke (d’argent monnayé), altın paralar (l’écu d’or) ister Osmanlı isterse yabancı menşe’li olsun, tedavüle girdiklerinde jenerik ad olan “eşrefi” veya “şerifi” altın adıyla anılmaya başlıyor. (s. 16)
Mısır altın sikkelerinin nüfuzu Osmanlı coğrafyasında da hissedilmiş ve isimleri, 1696-97’de darb edilen Osmanlı “tuğralı” altınlarına da varilmiş ve “jenerik” isimleri olan “İstanbul altunu” veya “zer-i mahbub”un yanısıra, “cedid şerifi altunu” olarak da adlandırılmış. [Raşid ve Chardin’in (Voyages, IV, 279) aktardıklarına göre İran’da hükümdarın tahta çıkması sırasında ve nevruzda darp edilen ve (diğer) paralar (monnaie) gibi bir rayici (cours) olmayan altın paralar “tila” (Buhara “tilla”larından) ve “şerefi” olarak adlandırılıyor. Fraehn (Recensio, p. 468) Safeviler zamanında “eşrefi” altın basıldığını ve bunun da Afşarlar zamanında basılan altın parayla aynı (de même métal et de même nom) olduğunu aktarıyor. Izzî’nin aktardığına göre (I, 90) Nadir Şah’a (Afşar Han. r. 1736-1747) gönderilen Osmanlı büyükelçisi hediye olarak 2,000 altın “eşrefi”, 3,000 gümüş “nadiri” alıyor. “Eşref” veya “eşrefi” altın para olarak Hive Hanı Ebu’l-gazi Bahadır Han (1643-1663) tarafından da kullanılıyor. Kalküta’da 1 eşrefinin rayici 1 “livre sterling” 11 “schellings” 8 “deniers” (Moniteur Indien’e göre..) Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, “eşrefi” “patronymique” bir adlandırma olsa da, menşe’ olarak daha ziyade paranın (ilk) darp edildiği sıradaki dönemi/yönetimi ifade ediyor.]
Raşid’e göre, H.1008/1696-97’da ve daha sonra yapılan tecdid/tashihlerin (refonte) amacı Mısır menşe’li paranın değer kabına (altérations monétaires venues d’Égypte) çözüm bulmaktı. Bu hususta, Mısır etkisi az çok tartışmalı hale gelse de, (altın) paraların adlandırılmasında tartışmalı bir durum yok (s. 17). İlginç şekilde, yeni “tuğralı altın”lar için “eşrefi” adı İstanbul’da muhafaza edilirken, yeni
altınlar tedavüle girdikten sonra aynı ad Mısır’da kayboluyor. Muhtemelen piyasaya yeni sürülen altının şıklığından ve kaliteli (de l’élégance et du bon aloi) alaşımından dolayı, yeni altın Mısır’da “zer-i mahbub” (bel or) veya sadece “mahbub” olarak adlandırılıyor. Halbuki bu adlandırma, en azından tarihçilerin aktardığı kadarıyla, H.1148/M.1735 yılına kadar resmi “tarif”lerde yer almıyor. 1696-
97’deki altın para, “zer-i mahbub”un bütün karakteristiklerini taşıyor. Paranın bir tarafında sultanın “ünvanı” olan “sultanu’l-berreyn”, diğer tarafından padişahın tuğrası. Üst tarafta da darp tarihi ve yeri yazıyor. 1696-97’deki darbın öncesi ve sonrasında altın paralar, muhtemelen de Venedik menşe’li olanlar, yerli paradaki değer kaybından (altérations) sonra, sadece “sikke” olarak adlandırılmaya başlanıyor. Kalitesi yüksek olanlara “sikke-i hasene”, kötü olanlara “çürük” ve “züyuf” deniyor. (s. 18)
H. 1128/M. 1716 yeni bir sikke darbı var ve mevcut altın sikkenin şeklinde değişiklik yapılmış. “Tuğralı” ve “zincirli” denilen bu altınlar, tarihçilere göre, ayar (titre: fineness) ve vezin (poids) bakımından Venedik dukalarından daha iyi. Ayrıca 100 tanesi 110 dirhem ağırlığında, yani 1 tanesi 1 dirhem, 1 kırat, 2 gran ve 40 “centiémes de grain” yapıyor. Sikkenin bir yüzünde tuğra, diğer yüzünde darp yeri ve tarihi yer alıyor. Bu sikkeye “sikke-i cedid zer-i İstanbul” veya sadece “cedid İslambol altunu” diyorlar. Model olarak alınan Venedik sikkesine atfen/nispeten, ve belki de Mısır’da tedavüle sokulduktan sonra, “zincirli altını” buralarda (Mısır coğrafyasında) Arapça “fundukî” ve “fındık” terimleriyle adlandırıldı. Daha sonraları, H.1128/M.1716 basımı altın sikkelerini ifade edecek şekilde ve söz konusu sikkelerle aynı tipte olmak üzere, İstanbul’da da kabul edildi. (s. 19)
H.1145/M.1732’de Vezir-i azam Ali Paşa, eskilerinden daha küçük ebatlı ve dirhemin ¾’ ağırlığındaki “tuğralı” altınları bastırıyor. Ancak, ayarı düşük (au titre primitif) olsa da, bunlar resmî olarak “zer-i mahbub” adıyla anılmaya devam ediyor. Aynı şekilde “cedid zer-i mahbub”, “zer-i meskûk”, “islambol mahbub altunu” olarak da adlandırılıyor. Sami bu altın sikkeyi “dinar”, “zer-i mahbub-ı hâlisu’l-ayar”, veya sadece “zer-i hâlisu’l-ayar” olarak adlandırıyor. (s 20) Vâsıf “zer-i kamer-tâb” adını kullanmış.
II. Mahmud zamanında, ciddi değer kaybına (altération notable) uğrayan “zer-i mahbub”, tekrardan “İstanbul altını” adını alıyor.
“Système Étrangere” Ou “Commercial”: “guruş”a dayanıyor ve “beyaz” ve “kızıl” olmak üzere iki kategoriyi kapsıyor. (s. 20) Ufaklığı (divisionnaire) ve metal para cinsinden değerini ifade eden mahalli para birimi (contre-valeur métallique local) “akçe”. (s. 21) Akçenin “kuruş” karşısındaki değeri, paritedeki değişikliklere (selon les fluctuations du change) göre farklılaşıyor, ancak çokta çoğu akçenin kendi ayarı (titre: fineness) belirleyici oluyor. Daha I. Beyazıt (1389-1402) zamanından beri, ki bu dönemde Osmanlı yönetimi tarafından Eflak prensi tayin edilen Alexis v. Myrtché’nin (Mirza voyvoda)
beratında kuruşa atıf var ve bu da aynı dönemde kuruşun imparatorluk içinde cari olduğunu; yani bir çeşit “resmi para” (monnaie legal) veya “devlet parası” (monnaie d’État) olduğunu gösteriyor. Berattaki ifadeler şu şekildeymiş: “Voyvoda her yıl hazineye, karşılığı bizim paramızla 500 guruş
olan 3,000 Eflak kızıl kuruşu ödeyecektir, Rebiu’l-evvel 759/1393”. Tarihçi Cevdet’in aktardığına göre (Cevdet, III, 295) burada Osmanlı parası olarak atıfta bulunulan kuruş, aslanın bir arma haline getirildiği ancak orjinalleriyle birebir aynı olmayan ve Avrupalıların “ekü kuruş” (écu ghourouch) adıyla Doğu’ya ithal ettikleri paradan (écu) farklı bir “aslanlı” veya “esedi” kuruş. İddia o ki, Louis (Saint, XI, r. 1220-1270, 7. Crusade 1248, 8. Crusade 1270 ?) Mısır dönüşünde Fransız parasını ıslah ediyor, ayarını
arttırıyor (la porta à un très-haut titre) ve, kendi dönemine kadar nazari (ideal) bir para olan (Fransız parasını) “sou” adıyla hakiki bir para haline sokuyor. O dönemde itibaren gümüş “sou”, “gros tournois” (turonus grossus) adıyla ve “denier” de (krş. “dinar”) “petit tournois” adıyla anılıyor. Bu yeni tip paralar artık hem Fransa’nın tamamına hem de Avrupa’nın geri kalan bölümlerinde yayılıyor. (s. 22) Haçlılar tarafından Filistin’de taklit ediliyorlar ve 14. yy. başlarından itibaren art arda “grossus Argentinensis” (gros de Strasbourg), “les grossi Delphinales” (gros du Dauphiné), “le gros” de Prague, de Pologne, de Bohême, de Hongrie paraları; daha geç dönemlerde de”groat” d’Angleterre, d’Ecosse vs. ortaya çıkıyor. Bu parayı benimseyen farklı milletlerin diline girmesinden sonra da, “grossus” orijinal şeklini büsbütün muhafaza ederek İtalyancada “grosso” [farklı İtalyan lehçelerinde ve İtalya’nın yüksek kesimlerinde, mesela “questo” ve “carissimo” kelimelerinde olduğu gibi “ch” olarak elde ediliyor ve aynı kelimeler “quechto” ve “carichchimo” olarak telaffuz ediliyormuş], Almancada “groschen”, Macarcada “garach”, Slavcada “grosz”, Turquie’de “grouruch”, Mısır’da da “qyrch” veye “yrch” olarak (çoğulu “gourouch”) anılıyor. Ancak Osmanlı “guruş”u ile Germen-Slav “grossus” arasındaki benzerliğe rağmen, I. Beyazıt’ın beratında kullanılan ifadeler (termes) Osmanlı “guruş”una bir “ün” (notoriété) ve “standart”
(usance) özelliği kazandırmaktadır ki, bu özellikleri kazanmak için I. Murad’ın evvelce Bosna ve Sırbistan taraflarına yaptığı seferlerin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Yani açıktır ki, bu bölgede Haçlıların “grossi”sinin hatıraları ve nihayet Frankların aynı dönemde Anadolu’da etmiş oldukları ticari üstünlük, bu ülkede tipik para adı olan “gros” adının, söz konusu para eski (originaires) ülkelerde dönüşüme uğradıktan sonra bile, yaşamasını sağlamıştır. (s. 22-23) (Yine aynı ticari üstünlük sayesinde) Frankların bu gümüş parasına özgü bir standart (le caractère d’usance) ortaya çıkmış ve bu standardın eşitliği (légalité) Beyazıdın beratı ile de onaylanmıştır. (s. 23) Yabancı paraların (numéraire) ithal ve ihracı, kapitülasyonların farklı maddeleriyle de onaylanmıştır. Bu maddelere göre yabancı paralar Turquie’de hiçbir gümrük vergisine tabi değildir. Mesela (1740 kapitülasyonlarının) 3. maddesinde, önceden olduğu gibi, Fransa’dan Fransız tüccarlar ve aracılar eliyle getirilen “gros” kuruşlarda, gelecekte de gümrük vergisi alınmayacaktır. Ve haznedar (caissiers du trésor) ve darbhane emini (directeurs de l’Hôtel des monnaies), “gros” kuruşlarını “akçe”ye çevirmek (couper*: sikke kat‘ etmek) istemeleri halinde, söz konusu tüccar ve acentaları rahatsız etmeyeceklerdir. [Bu maddenin Kanuni devrindeki anlaşmada yer aldığı düşünülmüyor, ancak ilk ticaret anlaşmalarına kadar geri gittiği ve mesela 1604 tarihli anlaşmada bu şekilde yer aldığını göseriyor] 14. maddeye göre de, “Fransız tüccarlar ve bunların himayesinde olanlar (protégés) aracılığıyla Fransa’dan getirilen altın ve gümüş paralardan ne harç (droit: fee), ne gümrük vergisi (douane) alınacaktır” deniliyor. (s. 23-24) Ayrıca paralarını Osmanlı paralarına çevirmek için de icbar edilmeyeceklerdir. (s. 24) Hatırlamak gerekirse, “kuruş” sistemi “beyaz” ve “kızıl”a, yani gümüş ve altın para olarak ikiye ayrılabiliyor, ancak müstakil olarak alındığında “guruş” kelimesi daima gümüş parayı (l’écu d’argent) ifade ediyor.
Gümüş para (écu d’argent): Turquie’de tercihen benimsenen ve ilk zamanlar Doğu’da legal hüvviyet kazandığı anlaşılan “grossus”, “esedi” veya “esedi guruş” (loewen riksdaler) denilen Hollanda’nın veya flaman eyaletlerin aslanlı “écu”lerinden başkası değil. Türkçe olarak ifade edildiğinde de “arslanlı guruş” deniliyor. Belirli bir müddet boyunca veya en azından bazı eyaletlerde, Beyazıt’ın beratında da görüldüğü gibi, “esedi”nin tedavüldeki yegâne gümüş para olduğu anlaşılıyor [BİR TEZAT ??!!]. Ancak, çok geçmeden, Avrupa’nın doğusunda yapılan fetihler Osmanlılar’ı, yine “guruş” olarak adlandırılan Alman-Slav “grossus”larla da tanıştırıyor. Üstelik/öte yandan, Osmanlı parasının kalitesi/ayarı (titre: fineness) bozulmasa bile en azından, modülün küçülmesine (diminution du module) bağlı olarak reel değerinin düşmesi (l’altération de la valeur reelle), [A] ülke içinde yaygın olarak kullanılabileceği gibi/halde değer kaybına (dépréciation) uğramayacak, [B] dahili ve harici ticaret faaliyetlerine temel teşkil edecek ve [C] rayici/pariteyi/kuru belirleyebilecek (fixer le cours du change) yabancı bir para arayışını, doğal olarak beraberinde getiriyor. (s. 24-25) “Esedi”nin prensip olarak bu fonksiyonu yerine getirdiği (avoir rempli cet office) anlaşılıyor (s. 25); Daha sonraları, gelişmeler (événements) bu zemini (base) bozuyor ve Alman “écu”sü, Osmanlı (gümüş) parası için bir model (parangon) oluyor. (Artık) aslanlı “écu” 8,5 dirhem olarak basılırken (monnayé) Alman versiyonu 9 dirhem oluyor. Bu rayiç (titre) Naima tarafından H. 1047/M. 1637 itibarıyla “kuruş” için de veriliyor. [Naima’ya göre H. 1065 itibarıyla “guruş”un rayici 80; “esedi”nin 70 akçe] Bu dönemde üstlenmiş olduğu rolü kaybetmiş olsa da, “esedi” veya “arslanlı” nominal olarak (nominalement) kullanılmaya devam ediyor. [Chardin’e göre (Voyages, I, 8) Hollandalılar, Tuquie’yi istila etmiş olan paraları sayesinde büyük kazanç elde ediyorlar. Çünkü bu para ayarı daha düşük (de bas aloi) ve dahası aralarına fazlaca sahte para karıştırılıyor (notablement mêlés de pièces fausses). Bunlar Türkler arasında “aslanlı”, Araplar arasında da “ebu kelb” denilen “écu” ve yarım “écu”lerden (demi-écus) meydana geliyor. H. 1086/M.1676 yılına ait bir vakfiyede vakfiyenin gelirleri hala “esedi guruş” cinsinden ifade ediliyor (s. 25-26)] Atoriteler/yazarlar (auteurs !) Alman “écu”sü için farklı adlar kullanıyorlar. (s. 26) İlk olarak, sadece “guruş” ismi kullanılıyor [Kâtip Çelebi’nin Fezlekesinde (Ravzatu’l-ebrar, I, 117; Tarih-i Kemalpaşa-zâde, 183) Macaristan’ın yıllık haraç olarak 100,000 guruş ile mükellef tutulduğu ifade ediliyor. Zitvatorok anlaşmasının 10. maddesinde de (Naima, I, 136) imparatorun, kendisine yapılan/yapılacak ödemeye mukabil, sultana hediye olarak 100,000 guruş nakit (comptant) ödemesi öngörülüyor. Hammer’de (VIII, 108) bu miktar 100,000 “écu” olarak geçiyormuş. Raşid’e göre de (Rachid, I, 73 v.) Lemberg kentinin barış için sultana ödemekle mükellef tutulduğu miktar (contribution) 80,000 guruşmuş.] H. 1053/M. 1643’ten itibaren, önceki gelişmelerin/hadiselerin tesirinin bir delili olarak, bu tarihten çok daha evvel de kullanılmış olmasına rağmen, “riyal” veya “riyal guruş” (écu réal, souverain) adı kullanılmaya başlanmış. Ve nihayet, ayarının (titre) yüksek olduğunun bir göstergesi olarak, Alman “écu”süne genel olarak “kara guruş” (écu noir) diyorlar [Mısır’da Avusturya talerine (talari) “riyal ebu-kuş” (talari à l’àigle); İspanyol versiyonuna (celui d’Espagne: “collonnate”, la même que “coronatus, crown, couronne”) “riyal ebu-medfa” ve “riyal ebu-taqa” (écu aux canons veya à la fenêtre)]; ancak bu Avrupa’da ima edilen korsan/sahte (étampée) kara para değil, tam aksine hiç kızıllaşmayan saf alaşımlı bir “écu”. Bu nedenle, başka bir zamanda diliminde, yüksek ayarlı (de bon aloi) dirhemlerin “dirhem-sevde” (dirhems noirs) olarak adlandırıldığı ve ayarını ikmal etmek/tamamlamak (préciser le titre) için, paranın yüksek ayarını (l’intégrité du titre de la pièce) teyid eden “wafi” (complet, juste; “sahh” muadili) kelimesi ile işaretlendiği görülüyor. (s. 26-27) Yukarı Macaristan’ın kralı ve Erdel prensi Tököli Emre’nin (r. 1682-85) Osmanlı devletine ödemesi gereken yıllık vergi (tribut) 40,000 kara guruş olarak belirlenmiş. (s. 27)
Tarihçiler Osmanlı “guruş”unun ilk olarak ne zaman basıldığı ile ilgili net bilgi vermiyorlar. Raşid (I, 228 v.), yabancı guruşların piyasadan çekilmesi (démonétisation) ve tuğralı guruşların basılması için ilk tarih olarak H.1108/M.1696’yı veriyor. Cevdet de (V, s. 303) II. Süleyman devrinde (H.1099/M.1687) 6 dirhem ağırlığındaki kuruşların basıldığı bilgisinin nümizmatlar tarafından teyid edildiğini bildiriyormuş. Ancak bu tarihten önce de her yerde kullanılan ve tarihçilerin ülke parası (monnaie régalienne) olarak zikrettikleri guruşların, bir hesap parası mı yoksa üzerine “sahh” vurulan ve tedavülü meşrulaştırılan yabancı kökenli (d’importation étrangère) paralar mı olduğu merak konusu. (s. 27-28) Naima H.1038/M.1628 yılıyla ilgili olarak eski kuruşlardan bahsediyor, ancak bu kuruşların yerli mi yoksa yabancı menşe’li mi olduğunu açıklığa kavuşturmuyor. Naima H.1062/M.1652 yılı ile ilgili olarak da, vezir-i a’zam Tarhuncu’nun, değirmenler için 1 “riyal”, evler/haneler için de 2 “guruş”luk vergi koyduğunu aktarıyor. Ancak bu son bilgi de, bu “guruş”ların yerli (indigène) olduğunu göstermek için yeterli değil ve bu terimlerin (“riyal” ve “guruş”) ikisinin de aynı para, yani Almane “écu”sü olduğunu tam olarak göstermiyor.
H.1138/M.1725 yılına ait tarife, “solya riyal guruş” ve “polya guruş” gibi diğer farklı gümüş “écu”lere de yer veriyor. Bunlardan ilki ile ilgili bilgi, söz konusu “écu”nün Turquie’ye yoğun (plus haut) olarak sokulduğu söylentilerini doğruluyor. Aslında St. Louis (Louis IX, r. 1226-1270) tarafından ihdas edilen paranın ayarı (titre: fineness) çok geçmeden bozulunca (altéré), revacını/ayarını (titre) kaybeden “gros”un ticari değerinin de azaldığı (baisser sa valeur) görülmüş. Charles VII de (r. 1422-1461) paranın restorasyonuna girişmiş, ancak bu teşebbüs ancak XI. Louis (r. 1461-1483) zamanında başarılabilmiş. O’nun döneminde, “tacın üzerinde yerleştirilmiş güneş” (soleil surmontant la couronne) şekli verilen “écu” ve “blanc”ların ayarının saflığı (pureté de titre) dillere destan olmuş. Burada bahsi geçen “écu”ler de aynı paralar. (s. 29) Normalde “gros”larda olduğu gibi, “les écus au soleil” de Turquie’de orijinal adları olan “solia” ile anılıyor ve “écu”lerin yaygın adlandırmasına bağlı olarak “solye guruş” olarak adlandırılıyor. Bu para, (Osmanlı piyasasında) tedavül ederken resmi tarifelerde kendine yer bulabilecek kadar önemli bir yere sahip ve Batı’nın Doğu üzerindeki ticari tesirinin önemli bir merhalesini temsil ediyor. Mesela François I’in (r. 1515-1547) 1540 yılında Osmanlı Devleti’ne gönderdiği elçisi Rincon’un elçilik masrafları (les comptes de mission) “escuz d’or au soleil” ile karşılanmış. Thollon şehir meclisi tarafından muhafız birliklerinın tahsisatı olarak (attribuée au sieur de La Garde) belirlenen aidat/ödenek (allocation) “escuz au soleil” cinsinden ifade edilmiş. Bu birliğin görevi de, Osmanlı donanmasının Fransa’nın ilk/en önemli askeri limanında kalması (séjour) ile ilgili alınan tedbirleri krala rapor etmekmiş.
“Polye (polia) guruş”, güney İtalya’ya ait bir “écu”, adını da, sık sık Türklerin akınlarına maruz kalan “Pouille ve Calabre” düklüğünden alıyor. [Bu eyaletin adı Osmanlı tarihçilerinin (Kemal-paşazade -125; Tacü’t-tevarih -II, 25,29; Gülşen-i me‘arif, I, 463) eserlerinde ve Négociations, Pullye, II, 147 ve Pullia, ibid, 767,777’de “Polya” olarak yazılıymış]
Altın para (écu d’or): Yabancı altın paralar genel olarak “kızıl guruş” olarak değerlendiriliyor. Eflak voyvodası tarafından Beyazıd Han’a ödenmesi kararlaştırılan vergi (tribut), hatırlanacağı gibi, 3,000 “kızıl kuruş”tu. Bunun 6’sı da 1 “esedi guruş” yapıyordu. [Cevdet’in (III, 295) aktardığına göre. I. Mehmed’in (Çelebi, r. 1413-1421) Bizans imparatoru II. Manuel’e (r. 1391-1425) İstanbul’daki kardeşinin korunması
için ödediği meblağ (pension) Osmanlı tarihçilerine göre 300,000 akçe, Bizanslılara göre ise 30,000 “ducat” idi. Bu durumda her bir “ducat” 10 akçe ediyordu (Hammer, II, 475) (s. 30)]. Ancak Venedik “ducat”sı “spéciale” olarak “flouri”, “Venedik altunu”, “frengi altun”, “sikke-i efrenciye”, “sikke-i efrenciye-i flori” ve nihayet “yaldız altunu” olarak adlandırılırdı. {Rachid, II, 133, 142; Rachid, I, 169; Kemal-paşazade, p. 134; Tacu’t-tevarih, II, 322; Cevdet, III, 67, 295; Cevdet, V, 226, 289, 304}
Macar veya Alman altınına “macar altunu” veya “macar flori” diyorlar. (s. 30-31) Flori kelimesi, aradaki benzerlik nedeniyle (par analogie), değer bakımından Venedik dukalarından daha düşük olan Avusturya veya Macar dukalarına teşmil ediliyor. (s. 31) [Darphane eminliğinin (Tarif de l’Hôtel des monnaies) kayıtlarına (1844 yılı için !!) göre Venedik dükası 1 dirhem, 1 kırat, 1 “grain”. Mecidiye kuruşu ile 51 kuruş (piastres médjidiè) 19 para. Macar dükası ise 1 dirhem, 1 kırat, 1 “grain”. Mecidiye cinsinden rayici ise 50 kuruş (piastres médjidiè), 27 para. (s. 31)] Kanuni devrinde Macar dukalarının rayici 50 akçe veya 100 “penz” [Szegedin ve Temesvar eyaletleriyle ilgili kanunnamelerde yer alıyormuş, Peçevi tarafından da aktarılmış.]; Venedik dukalarının rayici 60 akçe. Bu durumda Macar dukası ile dönemin “guruş”u (revaçta) aynıymış (équivalait).
Gümüş Paranın İlk/Birinci Ufaklığı “Akçe”: İlk zamanlar itibarıyla “guruş” ve “akçe” arasındaki ilişkiyi tam olarak ortaya koyabilmek kolay değil. Leunclavius’un aktardığına göre, Spandugino’nun (Theodoro Sapdoni veya Cantacasin, d. 1540, Dell’origine e costumi dei Turchi / Petit traicté de l’origine des Turcqz) eserini kaleme aldığı zamanlarda, yani 16. yüzyıl başlarında,
Alman “talari”s , yani kara-guruş, 36 akçeye tekabül ediyor (s. 31-32).
Aynı dönemde “sultani” altını da, vezin ve ayar/rayiç (de poids et de titre) bakımından Venedik sikkesine (sequin) muadil, yani 54 akçe veya 1,5 Alman “talari”.
Alman “talari”nin rayici (le prix) uzunca bir müddet 40 akçe, sultani veya “ducat”nin rayici de (prix) 60 akçede kalıyor.
Solak-zade’nin aktardığına göre, Yavuz Sultan Selim’in H.918/M.1512’de tahta çıkışına kadar, guruş 40, altın 60 akçeymiş.
Peçevi’nin kuruş için verdiği rakam da 40 akçe.
1537’de kuruşun (l’écu d’argent) rayici 50 akçeye yükseliyor.
Busbek ve Venedik balyoslarına göre, 1555-1568 arası kuruş (l’écu) 50 akçeydi.
Karaçelebizade’ye göre H. 989/M.1581’de 50 ve 70 akçeye yükselen kuruş ve altun, tekrar 40 ve 60 seviyesine iniyor.
1585’te guruş tekrar 50 akçeye yükseliyor.
Uzunca bir müddet, kuruşun (l’écu) resmi rayici/paritesi (taux: rate) veya daha ziyade akçe karşısındaki rayici/değeri yaklaşık 40 akçe civarında sabitlenmiş. (s. 33)
Ancak paranın değer kaybından (l’altération) kaynaklı düşüşler (écarts: gap, laps etc.) nedeniyle parite (taux: rate) yükselmiş ve H.1009/M.1600’da 80 akçe olmuş. (Bu sayede de) ortaya, Eyüp Efendi’nin “kuruş-ı kebîr-i mîrî”, Marsden’in “ikilik”i (double écu) ortaya çıkmış;
Ve nihayet H.1102/1690’da, başlangıçtaki değerler üçe katlanıp 120 akçeye yükselmiş ve bu parite H.1138/M.1725 tarifesinde de resmi olarak yer almış. Kuruşun akçe karşısındaki değerini (contre-valeur) gösteren bu son rakamlar, nazarî veya hesap parası olarak (à l’état de monnaie ideale ou de compte) günümüze kadar (19. yy. oraları!) gelmiş.
Gümüş Paranın İkinci Ufaklığı (Divisionnaire) Para: Akçenin sürekli değer kaybetmesi (l’atération) ve bunun sonucu olarak gümüş paranın temsili değeri (pour la valeur représentative de l’écu d’argent) için lüzumlu akçe miktarının sürekli artması, miktar bakımından yeni bir ufaklık paranın piyasaya sokulmasına (l’émission) yol açtı. “Para”, [Farsça “pare: parça/morceau/fragment” demek. Mevcut haliyle kuruşun 1/40’ı] adındaki yeni para bir yandan akçenin yerini alırken (s. 33), bir yandan da her türlü para (toute valeur monnayé” quelconque) için kullanılan jenerik bir isim oluyor. (s. 34)
Ancak tarihçiler paranın adını çok zikretmelerine rağmen, ilk olarak piyasaya ne zaman ve nerede sürüldüğü ile ilgili bilgi vermiyorlar. [1631-1634 arasında İstanbul’da bulunan Tavernier (Paris, 1732, t. VI, 45) “paraci”nin 4 akçe değerinde ve Kahire’de basılan bir para olduğu söylüyormuş. Chardin de (éd. D’Amsterdam, 1721, I, 13), bir bütünün parçası anlamında, “para” veya “pare” adında bir gümüş paranın sadece Mısır’da basıldığını, bundan pek az olduğunu ve kurda (dans le cours) pek hissedilmediğini aktarıyormuş]
Naima da (II, 549, annnée 1066/1655-56) guruş, para ve değer kaybına uğrayan mini paralardan (menues-monnaies) bahsediyor.
Cevdet (V, 226), kesin bir tarih vermeksizin, içerideki karışıklıklar sırasında “para” denilen, 3 akçe değerinde bir para kullanılmaya başlandığını ve 40 paranın 1 kuruşa eşit olduğunu zikrediyor.
Raşid (I, 91 v., année 1091/1680) “para”nın maliyenin ölçülerine ve menşe’ine göre (selon la provenance) 120 “esedi” olarak [Bir hata?!] standarda bağlanmasından/tashihinden (fixation); geçici olarak 1 paranın 4 akçe’ye yükselmesinden (I, 169 v., année 1002/169-91; Tavernier, VI, 45); bu seviyenin muhafaza edilmesinden ve ihtilaflar/çekişmeler (à l’issue des hostilités) nedeniyle 3 akçeye düşmesinden (Rachid, 220 v., année 1107/1695-96); yerli zolotalara karşı (sur les zolota indigènes) yabancı esedi ve zolotaların “4 para”lık “agio”su (bâch) olduğundan (Rachid, 228 v., année 1108/1696-97);
anavatanı olan Mısır’da, daha önce akçede görüldüğü gibi, bu paranın da değer kaybettiğinden ve “sağ” ve “çürük” paranın tedavülden kalktığından (Rachid, 236; Çelebizade, 78; Sami, 54); nihayet, 40 tam/halis (de bon aloi) paranın 1 kuruşa eşitlendiği son tarifeye kadar, bu parayla ilgili art arda gelen reformlardan (Rachid, II, 33, année 1116/1704; Rachid, 142 v., année 1128/1715; Çelebizade, 78, année 1138/1725; Rachid II, 66; Sami, p. 54, année 1145/1732-33; Sami, 70 v. année 1148/1735) (s. 35) bahsediyor. Daha önce akçe için de söz konusu olduğu gibi, tashih edilen/yenilenen “para”ya (para de nouvelle refonte: overhaul) “çil para” deniliyordu (Rachid, III, 66).
Anlaşılıyor ki, tarihçiler tarafından “para”nın varlığıyla ilgili tespit edilebilen tarih 1066/1655-56’ya kadar geri gidiyor ve daha 1091/1680’de, eğer daha da erken değilse, kuruşun
(l’écu d’argent) ufaklığı olarak “akçe”nin yerini alan “para”, “esedi”ye endekslenerek (par rapport à l’écédi) resmi pariteye (taux officiel et legal) ve daha sonra da Osmanlı guruşu esas alınarak (relativement au ghourouch ottoman) tam/saf (de bon aloi) 40 para 120 akçe olarak onaylanıyor.
Marsden’e göre (p. 396) 1012/1603 yılına kadar kendisinin koleksiyonunda yer alan gümüş paralar, genel olarak “para” denilen küçük (du petit module) paralar. Ancak aynı dönemde, eski para düzenine (monnayage: mintage, coinage) göre daha sistematik bir hiyerarşik diziliş (division) hayata geçiriliyor ve iri gümüş paralar, daha altlarında yer alan ufaklıklarıyla (subdivisions relatives) birlikte Osmanlı darphanelerinden çıkarılabiliyor (sont sorties des ateliers monétaires ottomans). Aynı yazar, bu sayede, paraların hiyerarşik dizilişini (la série de monnayage) şu şekilde veriyor: “beşlik”, “onluk (krş. “akçe”, année 1028)” veya “rebia”, “onbeşlik”, “yirmilik”, “otuzluk” veya “zolta”, “altmışlık” (Tychsen, p. 22’ye göre bu “esedi loewen-thaler”in muadili) ve “yüzlük”. (s. 35-36) Yani 5, 10, 15, 20, 30, 60 ve 100 “para” [Marsden, p. 405, 411, 426, 426; Paralarla ilgili terminoloji (dénominations) Marsigli tarafından (p. 45) “beşlik”, “onluk” ve “solota” şeklinde, ancak, para cinsinden değil de “akçe”nin katları (multiples) olarak tekrarlanmış. Aynı sıralama (gradations) olduğu gibi Tychsen’de de (p. 222) yer almış. (s. 36)]. “Onbeşlik” ve “Otuzluk” hariç, bütün adlandırmalar (dénomiations), “guruş”un “fraksiyon”ları olarak günümüzde de hâlâ kullanılmakta {19. yy. ortaları itibarıyla!!}.
Paranın katları (multiples) arasında, yabancı kökenli bir para olan “zolota” [Slavcada “zolota”, Rusça’da “zoloto”: altın/or. “Zalatna” Erdel’in bir şehri olup, adını yakın çevresindeki altın yataklarından (gisements aurifiés) alıyor (Affinitas linguuae hungar. p. 425, 317). “Florin zlote” de bir Polonya parası (Annuaire du Bureau des Longitudes; Tarbé, Poids et mesures, p. 327)], belirli bir dönem boyunca önemli bir yer işgal ediyor, öyle ki devlet “zolota”ların esas alındığı (de ce modèle) paraları “zolota-guruş”adıyla basıyor (Rachid, II, 47 v.). Ancak, Raşit’e göre, yabancı menşe’li “zolota”ların Osmanlı zolotaları üzerinde 4 “para”lık bir “agio”su olduğu için, bu para 1108/1696-97’de tedavülden kaldırıldı. Eski “zolota” yenileriyle (cedid zolota) değiştirilirken, üzerlerine “tuğra” vuruldu. Raşit yeni paranın rayicinin/ayarının (titre: fineness) ne olduğunu tam olarak belirtmiyor; ancak (tome III, 42 v.) “on altı aded tamam yüz dirhem gelmekle kâl itdirildikde andan altmış dirhem sim-i hâlis zuhur edip” diyor. Daha sonra, 1131/1718-19’da, yine aynı ayarda (au meme titre: fineness) olmak üzere [Raşit, III, 42: “zolta-i cedide ötedenberü kat‘ olunageldiği üzre yine altmış ayarında kat‘ olunup”; Çelebizade, 78; Marsden’e göre (p. 373) “zolota” 30 “para”ya denk, bu değer Çelebizadenin verdiği rakamın ¾’ü. (s. 37)] her birinin rayici 90 akçe olarak belirlenen ve yeni guruşun ¾’üne tekabül eden, yani 120 tarifesine göre 30 paraya karşılık gelen yeni bir “zolota” için emisyon yapılıyor. (s. 37) Bu düzenlemeyle (règlement) “zolota”nın vezni (poids) 8 dirhem 1 “dânek” olarak belirleniyor.
Gümüş kuruşun diğer bir alt birimi/ufaklığı olan “sümün” (le huitième), tarihçiler tarafından pek zikredilmemiştir. Raşid’in 1094/1683 yılı ile ilgili aktardığına göre (t. I, 104) Avusturya ve Stirya taraflarına yapılan akınlardan elde edilen ganimet o kadar fazlaydı ki, ordugahta 1 koyun 1 “sümün”e, dananın okkası da 3 “para”ya satılmaktaydı. Tavernier’in naklettiğine göre “réale”in alt birimi “témin” (huitième) [“Tomin” İspanyolcada bir ağırlık birimi/vezin (poids) adı, saf altının ayarının (titre) 1/8’i,
bu da 50 “castillan”a tekabül ediyor (Poids et mesures, p. 319)] idi ve Fransa’daki 5 “sous” paralarına (pièce) o kadar çok benziyordu ki, belirli bir müddet boyunca Türkler bunu “réale”in bir “octave”ı (1/8), yani
8’i 1 “écu” olarak kabul ettiler. [Tavernier, loc. laud. P. 45; Chardin (t. I, p. 11) bu paraları (pièces) “timmins” olarak adlandırmış; Marsigli de, “Fransızlar’ın piyasaya “timin” denen bir para soktuklarını (ont introduit) ancak bunun sahte (fausse: forged, counterfeit) olduğunun anlaşılıp terkedildiğini ilave ediyor (a été écarté) (s. 37-38)] “Guruş”un bu “fraction”u Cezayir’de “temin-boudjou” şeklinde yer etmiş. (s. 37-38) Dolayısıyla, “sümün” kuruşun 5 “para”ya karşılık gelen yeni bir alt birimi/ufaklığı (division) (s. 38). Belki de bu “beşlik
para”nın ilk adlandırmasıdır. Ancak, isim/terim olarak (en tant que vocable) uzunca bir süre yaşamadığı da belli. Ancak yine de, “sekizlik” (la subdivision par huitième) olarak ve bakır beş paralar halinde günümüze kadar gelmiş (Mısır’daki “hamse-fadda”lardan ileride bahsedilecek).
Gümüş Paranın Ufaklığı “Pul”: Güncel olarak İran’da, Turquie’deki “para” ve Mısır’daki “fülüs” gibi kullanılan pul, “akçe”nin bir alt birimi (divisionnaire) ve kullanım sahasına bakıldığında [3 pul 1 akçe yapıyor], “mangır”a benziyor. Moğol kökenli bir kelime. “L’Histoire généologique des Tatars” künyeli eserin yazarı bu terimi “altun”un eş anlamlısı olarak kullanıyor. Moğolcadaki çok sayıda kelimeden yola çıkıldığında, belirli bir dönem boyunca ve belirli bölgelerde “pul”un altın anlamında kullanıldığı anlaşılıyor (s. 38-39); daha geç dönemlerde, aynı bölgelerde genel olarak parayı, özellikle de bakır parayı ifade ediyor. (s. 39)
Fraehn’in (Receniso, p. 217, daté de 734/1333) aktardığına göre bakırdan mamul paralarla ilgili “Bulgar pulu”, “yengü pul” (nouveau poul) ifadeleri de kullanılıyor. Bunun katları “on altı pul dangü” veya “on altı dang/deng” (tinga de seize pouls ou tinga de seize); ilk tarihlendirildikleri yıl 721/1321-22; bazıları da “Saray” da darphane olduğuna işaret ediyor. Mir Ali Şir Nevai, bir eserinde, “tingué” kelimesinin izini “pul” terimi üzerinden sürüyor ve bu durumda “pul” “tingué”nin bir ufaklığı olarak ortaya çıkıyor [Külliyat-ı Nevai, manuscript de la Biblioth. İmp. II, 798 r.: “ve “tenge” ve “pul” ve sair meskûkâtını mine kaytıp bî-ayar yesar irdiler/ayrdılar” (les poul et autres monnaies furent frappés à demi-titre, et n’étaient plus de bon aloi)]. Ebu’l-Ghazi’ye göre, babası zamanında (Arap Mehemmed Han, 1602-1623), yani paranın (numéraire) bol olduğu dönemlerde, “poudjik (?) pul”, yarım miskal ağırlığında gümüş “tenge”ye (tingué) eşdeğermiş (s. 39-40) ve bir eşek yükü buğday, 1 miskal (4,25 gr.) ağırlığındaki gümüş paraya satılıyormuş. (s. 40) Yazılı lisanda kullanılsa bile [Peçevi’nin aktardığına göre Vezir-i azam Sinan Paşa’nın talihsiz rakibi Lala Paşa’nın ağzından dökülen ifadeler: “Akçe pulum yoktur” (Je n’ai pas un sou vaillant) biçimindeymiş] “pul” tarihçiler tarafından resmi bir para adı olarak zikredilmiyor: Hiçbir “tarif”te yer almıyor. Tamamen farklı bir anlamda kullanılıyor ancak yine de orijinal şeklini hatırlatacak biçimde, damga çubuğu (pain à cacheter) anlamını da taşıyor ve bugün (actuellement), Turquie’de yakın zamanda uygulamaya konulan posta pullarını ifade ediyor. Yukarıda zikredilen ve d’Ohsson tarafından “dank” ve Khondémir tarafından da “tenktchè” olarak ifade edilen “deng”e (dang) gelince, Moğol kökenli olup Arapça’daki “dâneq” ve Farsça’daki “dung” a da benzeyen bu kelime, aslında “sikke”nin eş
anlamlısı. Burhan-ı qâti’ye göre (H.1062/M1652), genel anlamıyla “tenge” (tingué), “akçe” veya “pul”un (de numéraire) muayyen miktarını temsil eden bir para. (s. 40-41)
Diğer Doğu paralarında olduğu gibi, “tenge” de (tingué) kızıl (rouge) ve ak (blanc), yani altın ve gümüş olmak üzere ikiye ayrılıyor. İran Moğolları arasında kullanımı çok yaygın. Khondémir’in aktardığına göre 1 miskal ağırlığındaki her “tenge”nin (tingué) değeri 6 dinar köpeği (keupéii). Timur zamanında Semerkant, Buhara, Şarukiye, Termed ve diğer bölgelerde basılan bakır paraların
üzerinde “dangui”, “nîm-dangui”, “tingué”, “demi-tingué”, “dangui ordou” (tingué frappé dans la résidence souveraine) ifadesi bulunuyor. Bu hiç şüphesiz Ali Şir tarafından nakledilen ve Mevlana Kabuli’nin ağzından dökülen ifadelerdeki “tenge”: “Dünyadan ayrılırken, bu gece gömülebileceğim “nîm”, yani bir yarım tengem (demi-tingué / un sou vaillant) bile yok”. (s. 41)
“Tenge”yi (tingué) çok defa zikreden Ebu’l-Gazi’ye (Hive Hanı, r. 1643-1663) göre [Hist. Gén. Des Tatars, texte, p. 153; aynı ağırlık ölçüleri/vezinler Hkondémir tarafından da verilmiyormuş] babasının hanlığı zamanında, 1011-1031 (r. 1602-1623) arasında hüküm süren Arap Mehmed Han, Tartarie’de 1 ve 1,5 miskallik gümüş “tenge”leri (tingué) tedavüle sokmuş. (s. 42) Eserin müterciminin değerlendirmesine göre tenge (tingué) “écu”nün 3/4’üne tekabül ediyor. Mouraview de, “Voyage en Turcomanie” adlı eserinde “tenge”ni (tingué), 2 adedi 1 “franc 40 centime” değerinde küçük bir gümüş para olduğunu ifade etmiş.
Daha önce bahsedilen köpek (keupek), tenge (tingé) ve pul (poul) gibi farklı adlandırmalar (dénominations) bugün hâlâ Rusya’da ve aşağıda gösterildiği gibi kullanılıyor.
1 “groch” = 2 köpek (dinar köpeği?)
1 köpek = 2 tenge (tinga ou déniouchka)
1 tinga = 2 pul (pouls ou polouchka)
Turquie’de ağırlık ölçüleri (La mesure générale de poids):
1 okka = 400 dirhem
1 dirhem = 16 kırat
1 kırat = 4 “grain” (s. 43)
1 grain = 8 “fraction” (1 kırat = 32 “fractions”) [Darphane’nin resmi kayıtlarına göre (Tarif officiel de l’Hôtel dès monneies) “kırat”lar “milim” cinsinden (en milliémes) ifade ediliyor. “Milim hesabıyla kıratları” ifadesi kullanılıyor]
Altın tozu (poudre d’or), inci (perle), gül yağı (l’essence de rose), altın ve gümüş objeler (matières), sofra takımları (vaisselle) ve mutfak eşyaları (ustensiles) gibi değerli eşyaların (matières) ağırlı ölçü birimi (la mesure de poids) miskal (“poids médical” veya “poids d’essai”).
1 miskal = 1,5 dirhem veya 4 gr. 618 mlgr. de France 3560 fract. Esasen miskal [“Kamus”ta yer alan ve 1 3/7 dirhem ağırlığındaki eski miskal, 4 gr. 398 mlgr.’a denk (Sam. Bernard, 100, tableau et 387). Aynı “savant” daha önce de (p. 75) şunları ifade etmiş: “Dirhem 6 “dâneg”tir, bunların ağırlığı Abdu’l-Melik ibn-i Mervan tarafından tesbit edilmiştir. Bu ağırlık (poids) artık Mısır’da kullanılmamakla birlikte, dirhem hâlâ üçe ve altıya bölünmektedir, ancak fraksiyonları için belirli bir adlandırma yoktur”] “dinar” ve “dirhem”e denk bir ağırlık/tartı birimi [“Dirhem” geleneksel olarak hâlâ Moğollar ve Osmanlılar arasında kullanıyor. Yukarıda temas edildiği gibi, Khondémir ve Ebu’l-Gazi 1 ve 1,5 miskal ağırlığındaki gümüş “tenge”lerden (tingué) bahsediyorlar. I. Mahmud, III. Osman, Abdü’l
hamid vs. muhtelif Osmanlı sultanları da, “funduk” ve “zer-i mahbub” şeklinde ve 1,5 dirhem veya miskal ağırlığındaki altın paralar basmışlar (Voy. Samuel Bernard, p. 319; Marsden, n. 463, 481, 493]. Kendi içinde “kırat”, “grain”
veya “kharrouba” şeklinde kendi içinde bölünüyor. 1 kıratın 1 keçi boynuzu çekirdeğinin (grain) ağırlığına eşit olduğu kabul ediliyor.
Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında gümüş dirhemin fiyatı (prix) 3-4 akçe arası. H.992/M.1584-85’de 10-12 arası (s. 44)
H.1050/M.1640-41’de hâlen aynı
H.1065/M.1654-55’de tekrar 10 akçeye geriliyor
H.1131/M.1718-19’da, art arda 20-21’e yükseldikten sonra 22 akçede sabitleniyor.
H.1045/M.1635-36’da, tedavülden kaldırılan (les paras démonétisés) darphane tarafından dirhemi 13,5 akçeye geri satın alınıyor.
H.1203/M.1788-89’da darphane, getirilen altın obje (matières), sofra takımı (vaisselle) ve mutfak eşyası (ustensils) için 1 dirhem saf gümüşün için 10 para = 30 akçe;
1 miskal altın için de 6 kuruş 30 para hesabıyla ödeme yapmış.
Osmanlı paraları (l’écu) için model (le type) alınan Venedik dukalarından 100 adedi 110 dirhem
ağırlığında. Bu ağırlık prototipine, H.1128/1715-16 ve H.1138/M.1725 yıllarında yapılan para
reformları sırasında tuğralı altın paraların darbıyla ilgili olarak, Raşid tarafından da işaret edilmiş.
(s. 45) Ancak pek çoğu kesilmiş veya kırpılmış (coupés ou rognés) olan Venedik dukaları ile olan ağırlık
farkı dikkate alındığında, (ilk halleriyle) günümüze kadar gelebilmiş değillerdir. Darphane de eski
ağırlığı 100 adedi 108 dirhem olacak şekilde düşürmüştür. Bu durumda her bir dukat 1 dirhem 1
kırat 1 çekirdek (grain) veya daha net olarak, 1 dirhem 1 çekirdek (grain) ve 12/100 çekirdek (grain)
olmuştur.
Aşağıdaki tablolar, tarihçilerin aktardıklarına ve darphanenin kendi tarifesine göre; ayarı
(titre), vezni (poids), altın veya gümüş içeriğinin nominal ve hakiki (intrinsèque) değeri ve dahi güncel
Osmanlı altın parası “yüzlük mecidiye” (de cent piasters) ile münasebeti/paritesi (rapport) gösterilmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder